Tuhaf geldi değil mi? Hem “biz” diyorum hem de “biz olmak” diyorum. Bir çelişki var sanki. Ama öyle değil. Her biz “biz” olmuyor bazen. Hatta belki de çoğu zaman. Maksadım felsefe yapmak ya da ironik cümlelerle kafa karıştırmak değil elbette. Bir düşüncem var, bir derdim, bir gayem, bir hayalim. Ondan bahsetmek istiyorum sadece. Yani “Biz Olabilmek” ten…
Kim bu “Biz” ? Anlatabileceğime kani olmasam da anlatma çabası içerisinde olmayı dahi şeref saydığım “Biz” kim? Göstermeye kalksam gösteremem ama onun var olduğunu biliyorum. Havaya karışmış, suya karışmış, üzerinde adım attığımız, yürüdüğümüz toprağa karışmış ecdadın ruhudur, mirasıdır o. Bizim “Biz” olmamızı bekleyen, vuslata hasret bir miras. Neler var bu mirasın içerisinde dersiniz? Saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok güzellikler olduğu için ben örnek olması babında birkaç şey söylemek istiyorum sadece.
“Hasbilik” var mesela…
Gönüllülük yani. Karşılık beklemeksizin ya da karşılığını sırf Allah’tan bekleyerek iş yapma, hizmet üretme, faydalı olmaya çalışma var. Beş köfte vermek için illa da üç kuruştan fazlasını aramama var. Hatta beş köfte verip üzerine bir de üç kuruş verme var. Vatan için, millet için, ebed-müddet devletimiz için hasbilik. Ecdat öyle idi. Şimdi şöyle etrafınıza bir bakın ve söyleyin “Biz Olmaya” ihtiyacımız yok mu? Yemene vatan diye koşanların yanında Anadolu’yu sürgün görenlerin “Biz Olmaya” ihtiyacı yok mu, sorarım size?
İsar var mesela…
Kardeşini kendi nefsine tercih edebilme. Öyle değil miydi ecdat? Sabah siftahını yapan esnaf ikinci müşteri de ona geldiğinde henüz siftah yapamadı diye karşıdaki esnaf kardeşine yönlendiriyordu ya hani? Şimdi sorarım kardeşler; serbest piyasa zırhının arkasında kardeşine gelen müşteriyi de kapmanın derdinde olanın “Biz Olmaya” ihtiyacı yok mu?
Ahde vefa, borca riayet var mesela…
Cephede bir sonraki taarruzda şehit olacağına inanarak borç aldığı kardeşinin hakkını düşünen “borcunu ödeyemedim eğer şehit düşersem söyleyin hakkını helal etsin” diye pusula yazan, aynı dakikalarda bir başka cephede “borcunu ödeyemedi diye üzülmesin eğer şehit olursam söyleyin ben hakkımı helal ettim” diyen alacaklı ecdat nerede? Sorarım şimdi size, verdiğiniz faiziyle isteyen, aldığını ödememek için türlü yalana sarılarak kardeşlik hukukunu ayaklar altına alanların “Biz Olmaya” ihtiyacı yok mu?
Misafire ikram var mesela…
Söylenmeden, içerisinde bir sıkıntı duymadan, kendi muhtaç durumda olsa bile sırf Allah için misafirini kendine tercih eden ecdat değil miydi? Yurdunu işgale gelen düşman askerleri yaralı olarak ellerine esir düştüklerinde yiyecek tek lokmasını da onlara veren ve o durumda bile bundan hiçbir sıkıntı duymayan ecdat nerede? Şimdi soruyorum kardeşler; yediği önünde yemediği arkasında bir hayat sürerken israf ettiği dahi koca bir dünyayı doyuracak olduğu halde vermekten kaçınan, verdiklerinden sebep de içerisinde sıkıntı eksik olmayanların “Biz Olmaya” ihtiyacı yok mu?
Dava var mesela…
Bir ideal, bir ülkü, bir mefkûre var. İ’lâ-yı kelimetullah ve nizam-ı âlem uğruna dört bir yana at koşturan, gittiği her yere hilalin gölgesinde adalet ve huzur taşıyan şanlı ecdat nerede? Şimdi idealsiz, ülküsüz, mefkûresiz, gelip geçici heveslerin ve gündelik zevklerin peşinde oradan oraya savrulan yığınlarımızın “Biz Olmaya” ihtiyacı yok mu?
Yazı daha da uzayıp gider ama biz burada bitirelim. Şimdi bana bir şey demenize gerek yok. Kendinize sorun ve cevabı da kendinize verin sadece: Bizim ihtiyacımız “Biz Olmak” değil mi?