İNSANLIĞIN ve İSLAMLIĞIN İMTİHANI: FİLİSTİN
Çocukların öldürüldüğü, bebeklerin katledildiği, masumların türlü bombalarla hedef alındığı bir zaman diliminde bir şeyler karalamak gerçekten zor. Yüz binlerce insanın temiz sudan, gıdadan, ilaç ve elektrik gibi en temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılarak ne zaman ve nereden geleceği belli olmayan bombalar altında ölüme terk edildiği bir zaman diliminde hiçbir şey olmuyormuş gibi hayatına devam edebilmek yaşıyormuş gibi yapmaktan başka bir şey değil. Eğer gerçekten varsa adına “uluslararası hukuk” denilen bir şeyin dibine kadar ayaklar altına alındığı, hastanelerin-okulların-sığınma kamplarının ve ibadethanelerin güle oynaya vurulduğu, yaşanan vahşetin beyaz perdede adeta bir film izler gibi seyredildiği bir zamanı idrak etme bahtsızlığını yaşıyoruz. 6 binden fazlası çocuk, 4 binden fazlası da kadın olmak üzere 15 binden fazla insanın katledildiği, yüz binlercesinin de ellerinde hiçbir anlamı olmayan beyaz bez parçalarıyla yeni bilinmezlere doğru sürgün edildiği bir ortamda kayda değer hiçbir şey yapamıyor olmak da cabası… Durum insanlık adına her gün daha da korkunç bir hal alıyorken “Ama onlar da şöyle şöyle yapmasalarmış” türünden zırvalıklarla vicdanlarını soğutabilenler soğutmaya devam ededursunlar. Neyin ne olduğu konusunda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlarla işim yok. Ben; musluğu açtığında aklına Gazze gelen, yemeğe oturduğunda zihninde Gazze beliren, oğluna kızına sarıldığında annesini babasını kaybetmiş ya da bombalar altında can vermiş Filistinli çocuklar için kalbi cız eden vicdanlı insanları muhatap alıyorum. Zira bunca zulme, bunca pisliğe rağmen hala dönüyorsa bu dünya o vicdanlı insanlar sayesindedir diye düşünüyorum. Bugün bütün dünya halkları insanlık adına, bütün dünya Müslümanları ise hem insanlık hem de İslamlık adına Filistin meselesinde büyük bir sınav veriyor. Söylenilenler kadar söylenilmeyenlerin, yapılanlar kadar yapılmayanların da puanlamaya tabi olduğu bir sınav bu. Boş bırakma hakkının olmadığı, bir yanlışın bütün doğruları götürebileceği türden bir sınav yani… Kendilerini gelişmiş olarak niteleyen bazı batılı devletlerin –halkları burada ayrı tutmak gerekiyor-bu sınavdan kalacakları daha sürecin başında hemen hemen ortaya çıkmıştı. 7 Ekim’den bu yana devam eden süreç; insan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet, temel yaşam hakları gibi Batının savunduğunu iddia ettiği değerlerin tamamen sözde olduğunu ve işe koşulmasında da çifte standart izlendiğini açıkça ortaya koymuştur. Eğer sarı saçlı mavi gözlüysen ne ala, değilsen ne halin varsa gör. Daha ilk günlerde işgalcilerin ayağına koşan bazı devlet yöneticileri işgalci zihniyete kimlerin göbekten bağlı olduğunun da ispatıydı aynı zamanda. Hiçbir literatürde yeri olmayan, yaralı insanların tedavi edildiği hastanelerin bombalanması dahi bu hümanist!!!yöneticileri konuşturmaya yetmedi.
Ezberletilen birkaç kelimeyi bir papağan gibi tekrar etmekten başka bir şey yapmadılar/yapmıyorlar. Bunun yanında başkasının acısını yüreğinde hissederek insan olabilmenin şuurunda olan halklar, yöneticilerinin aksine zalimin zulmüne karşı olduğunu haykırmak için dünyanın dört bir yanında sokaklara akın etti/ediyor. Yöneticileri zalimden yana taraf olan devletlerin bir kısım halkları yöneticilerinin aksine mazlumdan yana tavır aldı/alıyor. Hiç beklenmedik yerlerde beklenmedik kişilerden öyle güçlü sesler ortaya çıkıyor ki beklenen yerlerde beklenen kişilerden çıkmayan sesin doğurduğu karamsarlığı dağıtıyor ve geleceğe dair umutları yeşertiyor. İnsanlık adına zulme karşı olduğunu haykırarak mazlumdan yana taraf olan bütün cesur yüreklere selam olsun. Bu tavırlarıyla batı halkları en azından bu sınavda sıfır çekmeyeceklerini garantilediler diye düşünüyorum. Gelelim bu sınavda dünya Müslümanlarının durumunun neler olabileceğine? Öncelikle belirtmek gerekir ki nimet külfete göredir. Bu da demektir ki “Müminler ancak kardeştirler” buyuran bir ve tek Allah’a iman etmiş, “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler.
Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar” buyuran rahmet peygamberine tabi olmuş olanların değerlendirmeleri diğerleriyle bir olmayacaktır. En büyük nimet olan İslam, bunu en büyük nimet olarak görebilenin omzuna bu külfeti en baştan yüklemektedir. Dolayısıyla onlar bir yapıyorsa bizim bin yapmamız gerekiyor. Onlar bıraksa mesul olmazlar belki lakin bizler birazcık gevşetsek hesabını veremeyiz demek ki. Hal böyleyken ne enteresandır ki mevcut durum tersi istikameti işaret ediyor. İşgalci zihniyetle ilişkileri koparan ve ticareti durduran, büyükelçilerini ülkelerinden kovan, savaş suçu işledikleri gerekçesiyle uluslararası arenada yargılanmaları gerektiğini sürekli dillendirenler gayrı İslami ülkeler iken onların insanlık namına yapmaya çalıştıklarını İslamlık namına yapamayan İslam ülkelerini dehşetle seyrediyoruz.
Ellerinde en stratejik ürünler bulunduğu ve bunları yangını söndürmek için etkili bir araç olarak kullanma imkânı olduğu halde sessiz kalmayı vazife sayan emir erleri görüyoruz. İşgalci zihniyete karşı söylemleriyle eylemleri birbiriyle örtüşmeyen ve farklı istikametlerde ilerleyen birtakım durumlar müşahede ediyoruz.Durum halklar nezdinde de paralellik gösteriyor. Batı halkları sokaklarda mazlumlara ses olmaya çalışırken doğu halklarında ne yazık ki aynı dinamiklikte bir tepki gözlenmiyor. Batıda katil zihniyete taraf olan firmalar halk tarafından boykotlara ve türlü protestolara uğrarken doğuda bu firmaları “kırmızı çizgi” olarak kabul edip inadına oralara gitmeye çalışan anlayışlar görülüyor. Bu firmaları boykot edenlerin boykot edilmeleri gibi enteresan durumlar ortaya çıkıyor. Mazlumların feryadı arşa çıkarken eğlencesinden, keyfinden, heva ve heveslerinden taviz dahi vermeyip türlü eğlencelerle gününü gün etmeye çalışan Müslüman!!!manzaları ortaya saçılıyor. Herkes mi böyle? Elbette hayır. Vicdanlı yürekler bizde de çoğunlukta lakin yukarıda da vurguladığım gibi onlar bir yapıyorsa, bizim bin yapma sorumluluğumuz var ve bu görüntüler maalesef bin yapamadığımızın ispatı oluyor. Hal böyleyken sınavdan kaç alabileceğimizin muhasebesini sizlere bırakıyorum. Bütün bunlardan ortaya çıkan açık sonuç, 365 kilometrekarelik Gazze hariç bütün dünyanın işgal altında olduğu gerçeğidir. Kimileri yöneticilerinin, kimileri sermayenin, kimileri heva ve heveslerinin, kimileri de mevki makam ve iktidarının işgali altında. Dolayısıyla bu işgal prangalarını kır(a)madığımız, özümüzü gürleştirerek özgür olamadığımız müddetçe alacak olduğumuz puanlar barajı geçmeye yetmeyecek ve sınavdan çakacak gibi duruyoruz. “Araklı’dan Gazze’ye, Direniş’e Bin Selam” ederken son sözümüz şu olsun; Zalimler için yaşasın cehennem…
Hüseyin ÇAKIR 3.12.2023
Yorum Yazın