ARAKLI’NIN BİRİKİMİNE BAKIŞ
Araklı İsmini “Arakale”Ye Dönüştürmek
Araklı, Roma devrinden kalma kalelerden oluşan bir tarihi yerleşim bölgesidir. Kalecik Kalesi, Canayer Kalesi, Araklı merkezindeki Hysuss Kalesi, Aho Dağı Kalesi, Gülişan Kale ve bunların yanında her biri birer istasyon olan diğer kale/kule yapıları Araklı’da ciddi yer tutmaktadır. Tarihi kale ve kule yapılaşması, Araklı’yı hem doğu-batı hem de güney-kuzey yönleri itibarıyla donatmış vaziyettedir. Küçük bir ilçede bu kadar kale ve kulenin yer alması, günümüzde kültür ve tarih turizmi açılarından hakikaten muazzam anlam taşımaktadır. Yapılaşma, Araklı’nın tarihi, askeri ve ekonomik misyonuna da ışık tutmaktadır. Bu zenginlikten hareketle, Araklı kamuoyuna bir teklifte bulunmak istiyorum: Araklı'nın batısındaki Kalecik’de, Canayer mevkisinde ve Araklı’nın doğusundaki Sürmene Zeytinlik (Halanik)’te tarihi kalelerin bulunması, Araklı ilçe merkezindeki tarihi kaleyi yani Hyssus’u bir 'Arakale' konumuna sokmuştur. Hatta Araklı’daki Hyssus Kalesi, Canayer, Kalecik ve Sürmene kaleleri arasında kalmasından dolayı tarihte bir “ara kale” olarak bilinmiştir. Dolayısıyla günümüzdeki Araklı isminin özü, kuvvetle muhtemel bu “Arakale” ifadesinden gelmektedir. Bahsedilen tarihi yapılaşmadan ve tarihi toponimiden (yer adlarından) hareketle ilçemizin adı “Arakale” olarak değiştirilmeli ve ilçenin adı anlamlı bir yere oturtulmalıdır. Bu doğrultuda, Araklı çarşıbaşında yer alıp Araklı’ya “Arakale” özelliği kazandıran ve halk tarafından “Kale mevkii” diye bilinen yerde bulunan Roma Garnizon Kalesi Hyysus’un yer aldığı fındıklık alanının acilen koruma altına alınması, yapılaşmadan kurtarılması ve kaleye ait kalan kısımlardaki malzemenin bir arkeolojik kazı ile ortaya çıkarılması gerekmektedir.
Cafer Ağa Konağına Uzanacak Vefalı Bir El
Araklı Marzuba’daki Bazıoğlu (Bacıoğlu) Cafer Ağa Konağı, Araklı’daki yerel mimari ve toplumsal tarih açılarından yüksek kıymet taşıyan sivil mimari örneklerinin başında gelmektedir. 200 yaşında olduğu ifade edilen yapı, Cafer Ağa tarafından yaptırılmıştır. Fakat konak, muhtemel ilgisizliklerden dolayı 26 Temmuz 2015 tarihinde ve sabah saatlerinde yanarak küle dönmüştür. Araklı’nın en eski tarihi yapısı olarak tarif edilen konağın tüm ahşap işlemeli kapıları ve ahşap aksamı bu yangında yok olmuş, taş aksamı ise halen ayakta durmaktadır. Konak, ne hikmetse yanmadan önce tescillenememiş ve restore edilememiştir. Konağın akıbeti, mirasçıların yaklaşımlarına bırakılmıştır. Yüksek bir kültürel değere sahip yapıyı kim tescil etmemiş ve kimler de tescil edilmesi için gayret sarf etmemiş ise, yazık edilmiştir. Bilinmeli ki, bu tür tarihi yapılar sadece bir ailenin mülkü değildir. Kültür değeri yüksek yapılar belki mülkiyet olarak birilerine ait olabilir lakin bir toplumsal değer anlamında esasen milletin malıdırlar. Cafer Ağa Konağı ayrıca Araklı’nın somut kültürel mirasıdır ve hafızasıdır. Dolayısıyla esasen Araklı’ya yazık edilmiştir. Bir de konağı inşa ettiren ve Araklı’ya armağan eden Bazıoğlu Cafer Ağa’ya ayıp edilmiştir. Olaya böyle bakmak lazım gelir. Bugün yapılması gerekenler ise şunlardır: Konak bu haliyle dahi tescillenmelidir. Mülkiyeti yine Bazıoğlu ailesinde kalmalıdır ama yapı bizzat Kültür Bakanlığı tarafından restore edilip turizme açılmalıdır. Tıpkı Sürmene Kastel’de restore edilen Hacıyakuboğlu konakları gibi. Marzuba’da (Kaymaklı’da) başlamış olan ciddi turizm adımlarına bu konak vasıtasıyla yeni bir çehre kazandırılmalıdır. Dolayısıyla Trabzon İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ivedilikle bir çalışma başlatmalıdır.
Purnak’taki Doğal Sanat Eseri: Kıbletaşı
Trabzon'un Araklı ilçesine bağlı eski adıyla Purnak, yeni adıyla Taştepe Mahallesinde yer alan bir tabii sanat eseridir Kıbletaşı. "Elin oğlunda olsaydı, korumak için neler yapmazdı" denilecek türden bir tabii eser. Bıkmadan seyredilecek bir doğal miras. Lakin yakın zamanlarda, bu tepenin etrafında derin bir çizik misali kötü bir yol açılmış durumda. Maden arama ve belki de çıkarma niyetiyle. Bölgede bakır ve kısmen altın madenlerinin olduğu ifade ediliyor. Bununla birlikte, maden aramaları sırasında, arzın tek sahibi o "Büyük Sanatçı"nın (teşbihte hata olmasın), yörede emsali olmayan böylesi muazzam “eserine" asla zarar verilmemesi hatta yüksek bir bilinçle sahip çıkılması icap etmez miydi? Daha da ileri gidilirse, bir somut doğal miras olarak ivedilikle tescillenmesi gerekmez miydi? Yöre insanının da bu tür doğal eserlere bir simge olarak bakmaları ve korunmaları doğrultusunda kamuoyu oluşturmaları daha doğru olmaz mıydı? Dolayısıyla; sadece bir parçası olduğumuz bu alemin diğer parçalarına zarar vermemeye dikkat etmemiz lazım geliyor. Ama esasen, o büyük ustanın eserleri karşısında “haddimizi bilmemiz” ve dahi “haddi aşmamamız” gerekiyor.
“Pazarcık Kültür Akademisi”
Pazarcık, adı üstünde bir Pazar yeri. Araklı’nın özellikle yaylalarına yakın bir yerde bulunan bu doğa harikası yer, kuruluş itibarıyla Araklı yaylalarında yaşayan insanlarımızın alış veriş yaptığı bir merkez. Araklı insanının daha çok ticaret amaçlı toplanma yeri. Küçüklüğünden dolayı Pazarcık olarak bilinmiş. Şimdilerde ise yine ticarethaneleriyle önemli bir konaklama merkezi işlevi görüyor. Yakın zamanlarda açılan otelleriyle ise bir turizm merkezine dönüşme durumunda. Her ne kadar sahipsizlikten kaynaklı olarak Turizm Merkezi olma özelliği elinden alınmış olsa da! Pazarcık üzerine yakın zamanlarda iki makale yazmış ve Pazarcık’ta acilen bir kültür ve turizm projesi yapılmalıdır demiştim. Tekrar yazıyorum.. Pazarcık taşıdığı önem nedeniyle itina ile korunmalı ve korumacı yaklaşımlarla yatırımlara sahne olmalıdır. Her gördüğü su kaynağına bir HES yatırımı planlayan veya mıcır çıkarma alanı olarak bakan, memleketin doğasıyla ve doğallığıyla doku uyuşmazlığı olan problemli zihinlere asla müsaade edilmemelidir. Pazarcık yöresinin mevcut haliyle korunması bir insani ve milli sorumluluktur. Korunmaması ve betona teslim edilmesi ise gayriinsani ve gayrimilli bir problemin ifadesidir. Onun için Pazarcık, doğaya saygılı, doğaya uyumlu, geleneksel yatay mimari yaklaşımıyla bir doğa turizm merkezi yapılmalıdır. Çok katlı turizm yapılarıyla bu muazzam doğa murdar edilmemelidir. Daha da önemlisi, DSİ tarafından Trabzon’da yaptırılmaya başlanan yapay göletlerin en önemlisi Pazarcık’ta inşa edilmelidir. TOKİ, Pazarcık’ta otantik yöre mimarisine dayalı bir Pazar yeri mimarisi ile tüm esnafı belli bir mevkide toparlamalı ve yapılan işe bir Pazar yaklaşımı katılmalıdır.
Atılacak adımlarla Pazarcık bir doğa ve huzur turizmi merkezi haline getirilmelidir. Pazarcık ve civarına yönelik tamamen ahşap/taş zeminli doğa yürüyüş parkurları yapılmalıdır. Harp alanları tespit edilerek bölgede harp turizmine hitap edecek adımlar atılmalıdır. Bilinmeli ki Pazarcık ve civarı, Birinci Dünya Harbinde işgalci Rusların nefesinin kesildiği bir şüheda ve kahramanlar diyarıdır. Diğer taraftan, Pazarcık’taki bu doğa ve kültür turizmi yaklaşımları Bahçecik, Boğalı, Alçakdere Köyü, Aymam vadilerine ve seyirlik mevkilerine de yayılmalı, Araklı insanı turizmden hatta turizm projelerine paralel şekilde yayla arazilerinde yapılacak organik tarım çabalarıyla farklı bir ekonomik katmadeğer elde etmelidir. Bahçecik, Boğalı, Alçakdere ve Aymam sınırlarındaki bodur orman ağaçlarına acilen ekonomik değeri olan orman meyveleri aşılanmalı ve buralarda farklı bir doğal üretim ekonomisi meydana getirilmelidir. Dolayısıyla Araklı’daki mülki idarenin ve yerel yönetimin öncü rol üstlenmesi, kalıcı projeler üretmesi gerekmektedir.
Pazarcık ve civarı ciddi kültürel adımlara da sahne kılınmalıdır. Bu anlamda Pazarcık yöresinde yapılacak yatırımlar önce Araklı’ya sonra Trabzon’a ve hatta dünya turizmine hizmet verecek özellikler taşımalıdır. Eğer abartmaz isek Pazarcık, Trabzon’daki bir Davos olabilmelidir. Fakat Davos yapalım derken, Uzungöl’e yaşatılan betonik felaketler burada da sahnelenmemelidir. Ayrıca Pazarcık sadece et ve köfte kokularıyla, ızgara dumanına teslim edilmemelidir. Geleneksel denilen gürültülü konserler veya tavernacı yaklaşımlar ile ne bu tabiatın ağaçların, ne hayvanların ve ne de burada huzur arayan turistlerin huzuru kaçırılmamalıdır. Bilinmeli ki, görgülü, saygılı ve adabımuaşeret yaklaşımları barındıran bir doğa ve kültür turizminin uzun vadeli olarak Araklı turizmine katacağı çok şeyler vardır. Araklı insanı bu tür bir turizm projesinden çok uzun yıllar ekmek yiyebilecektir.
Pazarcık bir taraftan da Araklı’nın kültür insanlarına geleneksel buluşma ve kültürel etkinlikler yapma mekanı olma anlamında hizmet vermelidir. Pazarcık’taki yeni otel bu amaçla kullanılmalıdır. Pazarcık; Araklı kültür insanlarının, bilim insanlarının, yazarların, şairlerin, ressamların, akademisyenlerin her yıl belirli bir tarihte buluşma ve kültür sanat etkinlikleri yapma yeri olmalıdır. “PAZARCIK KÜLTÜR BULUŞMALARI” teması ve “PAZARCIK KÜLTÜR AKADEMİSİ” organizasyonu başlığı altında daha çok Araklı’dan yetişmiş kültür ve sanat insanlarınca; sempozyumlar, çalıştaylar, paneller, konferanslar, şiir dinletileri, resim sergileri, film gösterimleri yapılmalıdır. Küçük ölçekli dahi olsa bu çalışmalar, Araklı’dan yetişen kültür insanlarının Araklı için kültürel üretim yapmalarına ve Araklı’da bir kültür sanat ikliminin oluşmasına yol açacaktır. Pazarcık’taki kültür buluşmaları sadece kültür insanlarının buluşması yaklaşımıyla sınırlı tutulmamalıdır elbette. Araklı’dan yetişen iş insanları, bürokratlar, devlet adamları, bilim insanları, Araklı’nın kanaat önderleri, Araklı sevdalıları gelenekselleşecek etkinlikler içerisinde yer almalıdır. Bu tür kapsamlı etkinlikler, Araklı’nın potansiyelini birbiriyle hemhal etmeli, yakınlaştırmalı, kucaklaştırmalıdır. Araklı’nın potansiyel enerjisi bir kinetik enerjiye çevrilmelidir. Diğer taraftan Araklı muhtemel etkinliklerde her yönüyle masaya yatırılmalı, Araklı’nın gelişimine, kalkınmasına odaklı değerlendirmelerde bulunulmalı, bu doğrultuda KTÜ ve Trabzon Üniversitesi akademisyenleri ile Araklı üzerine çalışmalar ve çalıştaylar yapılmalıdır. Tabi bahsettiğimiz böylesi kültürel etkinliklerin gerçekleştirilmesi ve gelenekselleştirilmesi için Araklı’nın mülki idaresine ve yerel yönetimine çok büyük görevler düşmektedir.
Araklı, Toprağına Sahip Çıkmalıdır
Araklı’nın her bir metrekare toprağı bizler için istikbaldir, gelecektir. Zaten sınırlı bir coğrafyada, sınırlı tarım alanları içerisinde bir zor yaşam sürdürmüyor mu insanımız? Nüfusun artması ve miras yoluyla bölünen topraklarımız giderek azalmıyor mu? Biliyoruz ki bizim topraklarımız İç Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da ve Batı Anadolu’daki gibi onlarca, yüzlerce dönüm hesabıyla ifade edilemiyor. Küçük bir coğrafyada, küçük topraklar üzerinde kendine yetmeye ve mutlu olmaya çalışan bir insan yapımız var. Fakat topraklarımıza ne kadar sahip çıkabiliyoruz ve yüksek ekonomik değeri olan ne kadar alternatif üretim yapabiliyoruz sorularına da cevaplar bulmamız gerekiyor.
Araklı’da üretim yapılan tarım alanlarına ve elde edilen mahsule baktığımızda üretimin yeterli olmadığına kanaat getirilebilir. Diğer taraftan, tarım alanlarımızı ve tarım potansiyelimizi iyi değerlendiremediğimiz de söylenebilir. Bu açıdan Araklı’ya dair vereceğimiz bazı rakamlar, Araklı’nın hem tarımsal üretim fotoğrafını hem de tarım gerçeğini önümüze koymaktadır. Araklı’nın hem genel coğrafyasına hem de tarımsal alanlarına baktığımızda karşılaştığımız manzara şudur: Araklı, 372 kilometrekare bir alana diğer tarifiyle 450. 262 da sahaya sahip bir yerleşimdir. Bu rakamlar içerisinde Araklı’nın toplam tarım yapılan alanı 91.766 da’dır. Yani toplam toprağımızın ancak % 20.38’ini kullanabiliyoruz. Bunun dışında Araklı’nın %40’ı orman, %30’u mera alanıdır. Bu rakamlar bize, Araklı coğrafyasının %80’inde tarım yapmıyoruz veya yapamıyoruz demektedir. Nüfusu 50 bini aşmış bir Araklı coğrafyasında toprağımızın ancak %20’sini kullanmak, tarımın, suyun öneminin had safhada olduğu bir dönemde çok düşündürücüdür. Bunları yazarken, Araklı’nın zor coğrafyasını %100 oranında tarıma dayalı kullanmanın mümkün olmadığını ifade etmek isterim. Ama eldeki tarıma müsait toprakları evvela yüksek bir sahiplenme duygusu ile koruma altına almak, imara açıp betonlaştırmamak, en son teknoloji ve imkanlar hatta ekonomik getirisi çok yüksek tarımsal ürünlerle üretimi zirveye taşımak durumundayız. Trabzon’un ilçeleri arasında, yüksek tarım potansiyeline sahip Karadere ve Küçükdere vadilerinden ve bu vadilerin taban kesimlerinden dolayı bir ova zenginliğine sahip en önemli ilçenin Araklı olduğunu unutmamalıyız. Araklı bu zenginliğinden dolayı tarımda bir sıçrama yapmalı ve tüm Trabzon’un hatta Doğu Karadeniz’in sera usulü bir organik sebze üretim fabrikası haline getirilmelidir.
Görüleceği üzere kullandığımız topraklarımız çok büyük değil. Lakin, küçük dahi olsalar, mevcut tarım topraklarımızı hatta tüm topraklarımızı bir milli servet olarak değerlendirmeliyiz. Bunu yaparken de; dünya koşullarına, iklim şartlarına, depremlere, ülke koşullarına bağlı gelişmelere dikkat etmek durumundayız. Bahsedilen sebeplerle, Araklı dışında yaşayan insanlarımızın önemli bir kısmının Araklı’ya dönmesi kuvvetle muhtemeldir. Tüm ülke insanımız gibi Araklı insanı da toprakla tekrar barışacak ve toprakla hemhal olacaktır. Nitekim insanımızın hatırlı bir kısmı, ata dede toprağına artık daha bir hürmetle, saygıyla ve artan muhabbetle yaklaşmaktadır. Ama aramızda toprağını kolaylıkla elden çıkaranlar da var. Duruma bir örnek olması açısından Trakya insanının vaziyetine bakmak gerekmektedir. Trakyadaki toprağında vaktiyle “efendi” olan bu bölge insanımızın pek çoğu, önünü arkasını düşünmeden yaptıkları arazi satışları sonrasında, topraklarını satın alanlar tarafından o toprağa maalesef “bekçi” veya “maraba” yapılmıştır. Bu örnek, Araklı insanı tarafından iyi incelenmelidir.
Araklı’nın güzel insanları, her halükarda toprağına muhabbetle sahip çıkmalıdır. Toprağını keyfe keder ve haraç mezat şekilde satmamalıdır. Elbette ki toprak almak ve satmak gibi bir hürriyetimiz var. Lakin toprağımızı; önünü arkasını görmeden, hesap etmeden, yarın kiminle muhatap olunacağını düşünmeden, kime sattığımızı sorgulamadan elden çıkarmayalım. Elden çıkarılması gereken arazilerimiz olsa bile bunları öncelikle kendi insanımıza ve güvenilir müteşebbislerimize devredelim. Ne idüğü belli olmayan, Araklı’da yarın ne yapacağı ve hatta hangi propagandaya yol açacağı bilinmeyen kişilere değil. Sadece satış bedeline odaklanıp; evlatlarımızın geleceğini ve Araklı’daki insanımızın huzurunu riske etmeyelim. Tüm bu izahla birlikte, yarın bir avuç toprağa, bir avuç suya çok ihtiyacımızın olacağını unutmayalım. Bahsettiğimiz o sıkıntılı yarının çok uzakta olmadığını düşünerek.
Mehmet Akif Bal
Tarihçi-Yazar
Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Yorum Yazın