ARAKLI’NIN SU KAYNAKLARINA
SAYGI DUYMAK
Temiz Su, Temiz Yaşamın Garantisidir
Araklı, servet hükmünde olan üç nehre sahip bir ilçe. Değerini bilenler için muazzam bir kıymet taşıyor bu üç nehir. Yanbolu, Karadere ve Küçükdere adlarını taşıyan üç kıymetli nehir üzerine kurulu olan Araklı için bu nehirler hem bir can damarı, hem gelecek, hem de stratejik güç anlamları taşıyor. Yüzeyden akan su kaynakları yanında, bir başka servet ise yeraltı suları. Yani özellikle Karadere vadisinin tabanının altında bulunan ve akifer adı verilen yeraltı suları… Araklı’nın en stratejik su kaynağı ise bunlardır. Daha evvel, Araklı’daki nehirleri koruma ve nehirlerin etrafındaki tarım alanlarının ama özellikle Karadere vadisinin elde kalan taban kısmının yapılaşma dışında tutulup tarımsal amaçlı değerlendirilmesi konusundaki görüşlerimi sıklıkla ifade etmiştim. Karadere vadisinin altındaki tatlısu kaynağı olan yeraltı sularını temiz tutmaya ve dolayısıyla Karadere, Küçükdere, Yanbolu derelerinin etrafını kirleten hiçbir yapılaşmaya izin verilmemesine dair uzman görüşleri doğrultusunda çeşitli makaleler yazmıştım. Hatta, Araklı köylerindeki küçük su kaynaklarının da kontrol altında tutulması ve derelerin temiz akmalarının sağlanması konusunu özellikle belirtmiştim. Nitekim, Araklı’nın büyük nehirlerinin sadece etraflarındaki yapılaşma ile değil, özellikle küçük derelerden nehirlere taşınan vatandaş kaynaklı kirlilik nedeniyle de çok sıkıntılı bir duruma düştüklerini ifade etmiştim. Şimdi ise bir önemli kouyu daha ifade etmek istiyorum: O da,Karadere’nin temiz tutulması yanında Karadeniz’in de temiz tutulmasına yönelik olarak Karadere üzerinde çöp ve atıkları tutacak ağ bentler yapılması gerekliliğidir. Nehirlerimize dökülen kontrolsüz atıklar denize ulaşmadan yerel yönetim tarafından belirli yerlerde ve özellikle küçük nehirlerin Karadere’ye döküldükleri yerlerde kontrol altına alınmalıdır. Sadece Karadere’de değil, Küçükdere ve Yanbolu deresi üzerinde de çöp toplayan ağ sistemleri kurulmalı ve bu bentler ilgili yerel yönetim tarafından belli aralıklarla temizlenmelidir.
Su kaynaklarımızı temiz tutmak sadece temiz yaşamın garantisi değil, esasen “Temizlik imandandır” düsturuna uymanın da gereğidir. Diğer bir ifadeyle, çevreyi, toprağı, suyu temiz tutmak, İslam inancının mensupları için itikadi ve bağlayıcı özellik taşıyan bir konudur.
“İnsan” ne yapmalı?
İklim değişikliklerinin ve buna bağlı olarak su taşkınları ile deniz taşmalarının gösterdiği büyük tehlikeler var. Tehlikenin önüne geçmek için ivedilikle ciddi altyapıya sahip planlı şehirlerin kurulması gerekir. Bunu yaparken, hem faunaya (hayvan yaşamına), hem floraya (bitki yaşamına) ve hem de yeraltı ve yerüstü su kaynaklarına saygılı davranmak gerekiyor. Hem günümüzdeki yaşam hem de gelecek nesil için tüm su kaynaklarımızı ve tarım vasfına sahip alanlarımızı amasız, lakinsiz ve tavizsiz şekilde koruma altına almamız gerekiyor. Bir varil temiz suyun, çok yakın bir zamandabir varil petrolden daha kıymetli olacağını anlayalım artık.
Bilmeliyiz ki, saygı duymadığımız ve koruma altına almadığımız tabiat da, bize saygı duymuyor ve tüm hışmıyla güvenliğimizi, yaşamımızı tehdit ediyor. Şunu çok iyi anlamamız gerekiyor; İster tabiat denilsin ister habitat denilsin, ne denilirse denilsin bu dünya bize emanettir. Evimizin içine gösterdiğimiz özeni, esas evimiz olan dünyaya ve dünyanın süsü olan tabiata göstermek zorundayız. Tabiata ve tüm canlı mahlukata saygının, aslında yaradılışa ve tüm yaratılmışların sahibine saygı olduğuna inanarak.
Hayattan Koparılan “Pamuğun Gölü”
Çocukluğumuzun hatırası Pamuğu Gölü, Araklı’nın iç kesimlerinde ve Pazarcığın kuzeyindeki Tilkibeli denilen mevkide yer alan bir doğal güzellik. Vaktiyle dokuz küçük şelaleden oluşan bir yapısı olduğu ifade ediliyor. Yaylamız olan Alçakdere’ye o zamanlarda, şelalenin üzerinde yer alan ve tomruklarla oluşturulmuş eski bir ahşap köprüden geçerek giderdik. Şelalenin dehşetli akışı ve güven vermeyen tomruk köprünün durumu, üzerinden geçenleri bir hayli de korkuturdu.
İçine düşen veya atılan Pamuk isimli bir kız çocuğu efsanesinden adını alan Pamuğun Gölü aslında coğrafi literatürdeki dev kazanı demek. 20 yıl öncesinde Pazarcık’ta HES yapılması ve yeni yolun yapımı sırasında çıkan hafriyatın “cahilce” Pamuğun Gölü şelalelerinin bulunduğu kısmın üzerine dökülmesiyle Pamuğun Gölü ciddi anlamda dolduruldu. HES ile suyu azalan şelalenin hafriyatla doldurulması onu hayattan kopardı. Yüzyıllar içinde oluşan bir coğrafi zenginlik, kontrolden habersiz kontrol mühendisi (!) ile cahil ve işgüzar bir kepçe operatörünün (!) gadrine uğradı. Şelale mahvedildi. Durum böyle olmakla birlikte, şimdi ona yeniden hayat vermek ve Pamuğun Gölü’nü aslına en uygun şekilde turizme kazandırmak durumundayız. Bunun için Pamuğun Gölü denilen mevkide bulunan şelaleler temizlenmeli, gölün ve mevkideki yeni yolun tüm yamaçları ağaçlandırılmalıdır. Gölün hemen üstünden geçen ve görüntü kirliliğine neden olan elektrik iletim hattı yol boyuna alınmalıdır. Şelalenin hemen üst tarafından bulunan taş köprü ise acilen restore edilmelidir.
Şelaleye giden eski araba yolu, bir yürüyüş yolu olarak yeniden açılmalı, şelalenin üzerinde bir seyir köprüsü olarak eski köprü tomruklar üzerinde yeniden inşa edilmelidir. Şelalenin alt kısmındaki yeni köprünün etrafına yöresel yemeklerin verileceği ahşap imalat bir tesis kurulmalıdır. Şelale ile yeni beton köprü arasında uygun bir yerde yapılacak taş kaplama beton bent ile mevkide küçük bir gölet inşa edilmeli, gölün önündeki bent bir şelale olarak tasarlanmalıdır. Yok edilen Pamuğun gölü, bu şekilde yeniden vücut bulmalıdır. Kaç kuşağın hatıralarında yeri olan Pamuğun Gölü, Araklı’daki mülki idarenin, yerel siyasetin ve yerel yönetimin katkılarıyla orijinal ve doğaya uyumlu projeyle yeniden Araklı insanına ve Araklı turizmine armağan edilmelidir.
Durumu “Acı” Veren Mahura Maden Suyu
Mahura’da yani şimdiki Bereketli Mahallesi’nde Araklı’ya yüksek değer katan bir “bereketli” maden suyu var. Diğer adı ise “Acı Su”. Mahura’daki Acı Su üzerine yazılan bir bilimsel makalede suyun özelliklerine dair verilen bilgilere göre suyun özellikleri şunlardır: “Suyun bazı fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik özellikleri Ordu Üniversitesi Hidrobiyoloji Araştırma Laboratuvarında incelenmiştir. Çalışmada fizikokimyasal parametreler (genel şartlar, nutrient parametreleri, iz elementler ve inorganik kirlilik parametreleri) ulusal/uluslararası standartlardaki kılavuz değerleri aşmamıştır. Sekiz bakteri, bir maya ve bir fungusa karşı şifalı suyun test edildiği çalışma sonucunda; maya, fungus ve dört bakteri suşu üreme gösterirken, dört bakteri suşu bu ortamda gelişme göstermemiştir. Çalışmalar neticesinde Araklı'daki şifalı suyun mineralli su özelliği taşıdığı ve antimikrobiyal etki gösterdiği tespit edilmiştir. Bu suyun daha kapsamlı çalışmalarla değerlendirilmesi gerekir. Sağlık turizmine ve yörenin sosyoekonomik yönden gelişmesine katkı sağlamak için gerekli yatırımların yapılması önerilir.”
Fakat gelin görün ki, şifa özelliği taşıyan maden suyunun durumu, bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle günümüzde çevreye duyarlı insanlarımıza başka türlü “acı” veriyor. Ne Araklı yerel siyaseti ne de yerel yönetimi bu konuda kalıcı ve esaslı bir adım atabilmiş değil. Suyun kaynağının geliştirilmesi için hiçbir ciddi çalışma yapılmamış olup, maden suyu sadece kaynağından çıktığı kadarıyla değerlendirilmektedir. Halbuki, suyun kaynağının zenginleştirilmesiyle birlikte, maden suyunun “Araklı Mahura Suyu” adı altında bir markaya dönüştürülmesi için ciddi çalışmalar yapılmalıdır. Mahura’daki maden suyunun bir Araklı markasına dönüştürülmesine yönelik olarak acilen bilimsel çalışma yapılması, su kaynağının zenginleştirilmesi ve suyun durumuna göre suyun menbaına yakın yerde modern tesislerin açılması gerekmektedir. Maden suyunun menbaı, “kendin pişir kendin ye” türü basit et tesisi yaklaşımından kurtarılmalı hatta Araklı Belediyesi tarafından doğaya uyumlu modern bir sosyal tesis şekline dönüştürülmelidir. Maden suyuna çıkan yolun da iptidailikten kurtarılıp, adamakıllı hale dönüştürülmesi lazım gelir. Mahura’daki suyun Araklı’yı yönetenlerin çalışmalarıyla acilen tescillenmesi, marka isminin alınması ve kurulacak su tesisinde özellikle cam şişelerdedolum yapılması gerekmektedir.
Asmasu’yun Boşa Akan Suyu
Yüksekten akan özelliği ile Türkiye’nin en yüksek şelalelerinden biri olma özelliği taşıyan Çatak Asmasu Şelalesi, Araklı’ya yüksek turizm değeri kazandıracak özellik arz etmektedir. Daha evvelki yazılarımızda bu suyun sadece görsel özellik taşımadığını, suyun özellikle Karadere’ye karıştığı yerde yapılacak bir tesiste şişelenmesi gerektiğini yazmıştım. Çok güzel bir içimi olan suyun, bilimsel olarak incelendikten sonra “Araklı Asmasu” adı altındaki bir marka ile şişelenerek piyasaya sürülmesini ifade etmiştim. Bunu ifade ederken de, Asmasu Şelalesinin döküldüğü ve Karadere’ye karıştığı yerden çıktığı kaynağa kadar ki mesafenin acilen tescillenmesini, yüksek hassasiyetle koruma altına alınmasını, özellikle suyun kaynağından başlayarakKaradere’yedöküldüğü yere kadar ki mesafeye hiçbir şekilde müdahale edilmemesi gerektiğini ifade etmiştim. Bunlarla birlikte, Çatak mevkisinden şelalenin döküldüğü yere kadar kaliteli bir yolun yapılmasını, şelalenin döküldüğü yerde bulunan ahşap köprünün adam akıllı şekilde inşa edilmesini, şelale civarında esaslı bir otoparkın meydana getirilmesini, şelalenin önünden geçen yolun etrafında ahşap seyir teraslarının ve turist ağırlayacak kaliteli sosyal tesislerin yapılması gerektiğini ifade etmiştim. Araklı’nın mülki idaresinin, yerel siyasetinin ve yerel yönetiminin bu işe önderlik etmesi gerektiğini de en anlaşılır şekilde söylemiştik.
Karadere’nin Karalıklarını Unutmamak
Adını yaptığı yıkımlardan ve meydana getirdiği can kayıplarından alan Karadere’nin kabına sığmayan hareketleri çoğumuzun malumudur. Lakin, eski tarihli Karadere taşkınları orta yaş grubu tarafından artık unutulmaya başlanmış olup, yeni kuşak tarafından ise hiç bilinmemektedir. Tarihçiler olarak biz iyi biliyoruz ki, Karadere hiçbir zaman ihmale gelmeyen bir nehirdir. Dolayısıyla Karadere’nin yöredeki iklim yapısının tesiriyle zaman zaman aldığı korkutucu vaziyet asla unutulmamalıdır. Araklı’ya dair atılacak her türlü adım, Karadere’nin ağır tarihi taşkın gerçekleri göz önüne alınarak şekillendirilmelidir. Bu doğrultuda; Karadere’nin vadi yatağı ısrarla yapılaşma dışında tutulup, yerleşim vadi yamaçlarına kaydırılmalı ve vadi tabanı sadece tarım alanı olarak değerlendirilmelidir. O nedenle, bir mesleki sorumluluk gereği olarak, Araklı’nın Karadere kaynaklı yaşadığı ve yaşaması muhtemel sel ve heyelan olaylarına karşı kalıcı tedbirler alınmalıdır.
Karadere’de meydana gelen tarihi taşkınlara ve yıkımlara yönelik bazı tarihi hatıralara daha evvelki makalelerimde yer vermiştim. Bu tür hatıralara bu yazımda da yer vermek ve Araklı insanının ve yöneticilerin konuya dair algısını sürekli açık tutmak istiyorum. Bu defa, Karadere vadisinde 1957’deki taşkın olayında yaşananları, bizzat sözlü tarih yaklaşımlarıyla ve yaşayanların anıları doğrultusunda vermeye çalışacağım. 1957 yılında yağan şiddetli yağışlarla birlikte özellikle Ayven (Köprüüstü Mahallesi) Kilise mevkiinde meydana gelen toprak kayması sonrasında ilk kapanan nokta Dağbaşı’ndakiKadakal mevkiidir. Heyelanlarla Karadere yatağında meydana gelen toprak bentlerin suyla dolması ve bir müddet sonra patlamalarıyla birlikte Karadere korkunç bir hale gelmiş ve tüm Araklı’yı hızla etkisi altına almıştır.
Araklı’daki korkunç taşkın olaylarının örneklerinivermeye çalıştığım bu yazımdaki ilk sözlü kaynağım, Araklı’ya dair bildiğini benden hiçbir zaman esirgememiş olan yazar Barbaros Ömer Tekinbaş’tır. Ömer Bey, kendisiyle 24 Ağustos 2021’de yaptığım sözlü tarih görüşmesinde, 1957 yılında Araklı’da meydana gelen sel olayına dair şunları nakletmiştir: “Büyük bir sel felaketidir bu olay. Yoğun yağmur sonucu Ayven Köyü’nde gölet oluşmuş, göletin patlamasıyla birlikte sel ve heyelan Gadaras’ı (Erenler Mahallesi) basmıştır. Köyüm olan Kizirnos’taki harmandan bakıldığında Gaydaras’ı görebilirdik. O gün de öğle saatlerinde Gaydaras’taki ağır durumu canlı olarak seyrettik. Sel, önce Gaydaras Camisine vurdu. Millet caminin malzemesini kurtarmak için camiyi sökmeye çalışıyordu. Fakat cami çöktü.Diğer taraftanGaydaras’taki tarihi köprünün yarısı yıkıldı. Okulun da yarısı sele gitti. Gaydaras’ın dere yatağındaki kısmında ev olmayışı sivil kaybını engellemişti. Fakat Gaydaras çakılla doldu. Hatta bu çakıllar, Tekaüt diye bilinen Hasan Alemdar tarafından 5-6 yıl boyunca briket yapılıp satılmıştır. Dere yatağındaki okul, cami, köprü ve dükkanlar ise yeniden yapılmıştır.”
Araklı’yı derinden sarsan bu taşkın ve heyelan olayına dair hatıralarını derlediğim diğer kıymetli isim, 24 Ağustos 2021’de görüştüğüm eğitimci Osman Nuri Torlak’tır. Osman Nuri hocamız ise, 1957’deki taşkının özellikle Araklı’nın sahil kesimlerinde yaptığı etkiye dair kıymetli bilgiler vermiştir: “O dönemde Araklı Kaşıkçı yolu dere yatağındaydı ve vadide ev yoktu. Dere taşınca Karadere’nin yatağı değişir, eski yolun bir kısmı sular altında kalırdı. Sel günü, Araklı Merkez İlkokulu’ndaki dersimizin bitmesinden sonra evimize doğru yollanmıştık. Fakat bugünkü Araklı Devlet Hastanesi civarına geldiğimizde, her tarafın taşkın sonucu sular altında kaldığını gördük. Şimdiki hastanenin arka tarafında yer alan eczanelerin olduğu yerin yükseklerinde kalan fındıklıklara çıkarak, Yiğitözü (Zanike) Köyünün Kepçeli Mahallesindeki evimize gelebildik. Taşkının sebebini araştırdığımızda, günümüzdeki Ayven Köyü (Köprüüstü Mahallesi) civarında büyük bir sel olduğunu, sel ile yukarıdan gelen malzemenin aşağıdaki Karadere yatağını kapattığını ve büyük bir göle sebep olduğunu duyduk. İşte bu gölün patlamasıyla birlikte Karadere yatağına sığmamış ve Araklı’yı basan büyük taşkına yol açmıştır. Karadere, önüne kattığı tüm malzemeyi denize sürüklemiş ve Araklı’ya büyük zarar vermiştir. Yollar tamamen bozulduğu ve sular altında kaldığı için Araklı köylerine ancak askeri helikopterlerle yardım ulaştırılmıştır.”
MEHMET AKİF BAL
Tarihçi-Yazar
Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi
04/12/2023
Yorum Yazın