Tarihte Çebi Ailesinin Tarihcesi
GÜNDEMSaygıdeğer akraba dost ve kardeşlerim. Bu kitabın yazılımı, önce bir merakla başlamış olup daha sonraki yıllarda tamamen bir hobi haline gelmiştir. Çocukluğumdan beri akrabalarımız arasındaki bağlantı ve ilişkileri hep merak etmişimdir. Çünkü soyadımızın çok yaygın olması ve Türkiye’nin her ilinde karşımıza çıkması çok ilgimi çekiyordu.
1985 Yılından itibaren Çebi’ler arasındaki akrabalık ilişkilerini araştırmaya ve incelemeye karar verdim. Araştırmalarım sırasında birçok Çebi gruplarının olduğunu gördüm. Bu gruplardan benim tespit ettiklerim bulundukları kasaba ve köylere göre şu şekildedir.
İlçe
Köy(eski adı)
Köy(yeni adı)
1-İsmail Çebiler
Araklı
Yarakar-Makavla
Vizara-Gadavul
Yolgören-Petekli
2-Hasan Çebiler
Araklı
Konakönü
Konakönü
3-Yakup Çebiler
Araklı
Zanike-Pirgi
Taşönü
4-Hüseyin Çebiler
Araklı
Marzuba
Kaymaklı
5-Bekir Çebiler
Araklı
Marzuba
Kaymaklı
6-Ali Çebiler
Araklı
Huğra
Üzümlü
7-Hamza Çebiler
Araklı
Gucara-Pervane
Pervane
8-Asım Çebiler
Sürmene
Cigoli
Köprüüstü-Aşağıçavuşlu
9-Ahmet Çebiler
Sürmene
Soğuksu
Soğuksu
10-Gül Çebiler
Araklı
Os
Turnalı
11-Mehmet Çebiler
Sürmene
Köprübaşı
Fidanlı
Bu konuyla ilgili merakım, önce annem ve babamdan başladı. Çünkü annem ve babam aynı soyadı taşıyordu. Araştırmalarıma yakın akrabalarımla devam ettim. Zonguldak’ta akraba çevremiz sınırlı idi. Daha geniş bilgi için araştırmaya kökenimizin başladığı Araklı’dan devam etmem gerekiyordu.
Yaz tatillerimde akrabalarımı, çocukluğumun geçtiği yerleri ve ata topraklarını görmeye Araklı’ya gittiğimden, yine bir yaz tatilimde konu ile ilgili düşüncelerimi yakın akrabam olan Av. Cengiz Çebi’ye açtım. Cengiz’de bu konuyla ilgisi olduğunu ve babası Ömer Hoca ile ağabeyi Nafık’ın da bu konuda detaylı bir çalışmaları olduğunu söyledi.
Büyük bir merakla bu çalışmaları görmek istediğimi söyledim. Cengiz, soyağacımızla ilgili olarak yapmış oldukları çalışmayı getirdiğinde, bu muazzam araştırma beni hayrete düşürmüştü. Çünkü yaklaşık 300-350 yıllık tarihimizin ana iskeleti hemen hemen hiç şaşmadan çıkarılmıştı. Daha sonraki çalışmalarımda bunu teyit edecektim. Cengiz’in elindeki soyağacının birçok eksiği bulunuyordu. En büyük eksikte soyağacında bayanların olmayışı idi. Kadınlar soyağacına hiç yazılmamıştı. Uzun yıllar süren araştırma ve incelemelerimle, ben de bu eksiği tamamlamaya çalıştım. Çünkü annelerimizi, teyzelerimizi, halalarımızı, ninelerimizi soyağacında göremezsek bu çok büyük bir haksızlık olmaz mıydı
Daha sonra Cengiz’le beraber ana şema üzerinde çalışmaya başladık. Bu ana şemanın nasıl düzenlendiğini Ömer Bey’e sorduğumda, şu şekilde bir açıklama yaptı. Ömer Bey’in babası Tahsildar olduğundan, (o devirde sülalede okuma yazma bilen tek kişi ) işi icabı Araklı’da kimin nerede, hangi arazide oturduğunu bilmek zorunda olduğunu ve bu nedenle karmaşık arazi ve aile yapısını çözebilmek için küçük küçük notlar tuttuğunu, babası ölünce de bu notları düzenleyerek İsmail Çebi’ler soyunun ana şemasını çıkarttığını söyledi.
Ben bu çalışmanın bir kopyasını çıkartarak soyağacına, ana iskeletin daha sonraki kuşakları için devam etmeye başladım Bu konuda görüştüğüm tüm akrabalarım canla başla bana yardımcı olmaya çalıştılar.
Sülalemizin geçmişi ile ilgili çeşitli görüşler ortaya atılmaktadır. Sırasıyla bu konuları inceleyecek olursak;
1-Prof. Dr. Y. Nurettin İsmailçelebioğlu’nun yapmış olduğu araştırmaya göre Çebilerle ilgili en eski bilgi şu şekildedir. En başta İsmail Çelebi (veya Çebi) isimli kişi bulunmaktadır. İsmailçebi’ler soyunun atası olarak kabul edilen bu kişi, Konya’dan Rize’nin Hemşin İlçesi Cimil köyü’ne gelmiş burada bir müddet kalmış ve 3 çocuğu olmuştur (buraya çocukları ile de gelmiş olabilir). Çocuklarından biri Ayvaz Hüseyin (mezarının Sürmene’de Berdoz Köyünde bulunduğu), diğeri Kel Ali (mezarının Ünye’de), bir diğeri de Kumbasar (mezarı Rize’de) dır. Kumbasarlar halen Rize’nin Çamlıhemşin İlçesinde yaşamaktadırlar. Çebilerin yaşadığı bu tarihler yaklaşık 1650 yıllarına denk gelmektedir. Bu bilgiler daha sonra elde ettiğimiz bilgilerin yanında sönük kalmaktadır. Aşağıdaki açıklamalardan köklerimizin çok daha derinlere gittiği görülecektir.
Zonguldak’ta tesadüfen karşılaşıp sohbet ettiğim meşhur Kalp Doktoru Profesör Dr. Abidin Kumbasar’da, aynı şekilde Çebiler’le akrabalık ilişkisinin olduğunu bildiğini fakat detayı hakkında bilgi sahibi olmadığını söylemiştir. O devirlerde eski mezarlarda yazılı taş olmadığından bu efsanenin doğruluğunu teyit edecek bir belge bulamıyoruz. Ancak, elimizdeki bilgilerden yola çıkarak ana şemadan görüldüğü gibi İsmail Çebi’nin tahminen 1600-1650 yılları arasında yaşamış olabileceğini söyleyebiliriz.
Ayvaz Hüseyin’in çocuklarının da İsmail Ağa (D.T. bilinmiyor. Ö.T. 1783), Ferhat Ağa ve Kara Ali Ağa (D.T.1694, Ö.T. 1782) olduğu görülmektedir. Kara Ali Ağa’nın Osmanlı döneminde o yörede 24 köyün ağası olduğu ve kendisine Padişah tarafından bir kürk hediye edildiği de rivayet edilmektedir.
2- Sovyetler Birliği’nde Karadeniz Kıyısına yakın Sudak Kazası’na bağlı Urajaynik Köyünde de çok kalabalık bir Çebi Sülalesinin yaşadığını öğrenmiş bulunuyoruz. Ağabeyim Hüseyin Çebi, 1998 yılında bu köye giderek halen bu köyde yaşayan ve yine Mustafa Çebi’nin oğlu Hüseyin Çebi oğlu 1916 doğumlu Ahmet Çebi’nin (eşi Wüsemma Çebi) oğulları Hasan Çebi, Hüseyin Çebi ve kızı Esma Çebi ile de görüşmüş ve bu görüşmeyi kamera ile videoya da kaydetmiştir. Burada yaşayan Ahmet Çebi’nin verdiği bilgilerden; 18 Mayıs 1944’de II. Dünya savaşı sırasında Sudak Kazası’na bağlı Ayseres Köyü’nde (Skodoski’ye 320 km. ve Karadeniz’e 20 km.) yaşayan Çebilerin, Devlet Başkanı Stalin’in talimatıyla bir kısmının Sibirya’ya diğer bir kısmının önce Özbekistan/Semerkant’a, oradan Rusya’da Kresnoda’ya daha sonra Kırım/Kuban’a sürgüne gönderildikleri, Gorbaçov döneminde çıkan ve halkların kendi köylerine dönebilmesiyle ilgili yasadan yararlanarak 1989 yılında- aradan 45 yıl geçtikten sonra- kendi köylerine dönebildikleri, fakat kendi köylerine Rusların yerleştirilmelerinden dolayı Urajaynik Köyü’ne iskan edildikleri öğrenilmiştir. Buradaki akrabalardan edindiğimiz bilgilerden Çebilerin 350 yıldan daha uzun zamandan beri bu köyde yaşadıkları ve daha öncesine ait bir bilgi bulunamamıştır.
3-Ünlü romancımız Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi isimli kitabının 40. sayfasında Çebi obasından bahsetmektedir. Bu konunun detayını Yaşar Kemal’in daha sonraki kitabından öğreniyoruz. ( Yaşar Kemal kendisini anlatıyor, Alain Bosguet ile görüşmeler Yapı Kredi Yayınları 1990 s. 150) “Osmanlı çağında 1865 başkaldırısından sonra olacak, aşiret koşulları değişip de yerleşmek için can attıkları günlerde olacak Çebi Aşireti ustası bir kılıç yapıp padişaha götürüyor. Padişah da bu güzel kılıcı o kadar beğeniyor ki o aşirete Aydın ovasını veriyor. Bu olay doğru yada yanlış aşirette biliniyor. Üstelik Çebi Aşireti demircisi kökten sürme bir usta değil, daldan eğme, yani çıraklıktan yetişme, kutsallığı olmayan bir kimsedir. Haydar ustaysa kökten sürme” gibi. Aydın ovasında da Osmanlı döneminde Çebiler’in varlığından haberdar oluyoruz. Daha önceki bilgilerimizden bu obanın bizim soyumuzla bir ilgisi olup olmadığını bilemiyorduk ama yeni öğrendiğimiz bilgilerden bu olasılığın kuvvetli olduğu anlaşılmaktadır. Burada Yaşar Kemal Çebilerin ustası Rüstem Ustanın kökten sürme olmadığını söylüyor. Burada yanıldığını şu andaki bilgilerimizden anlayabiliriz. Orta Asya steplerinde ilk I. Hakanlık döneminde ilk Türk Hanı Bumin Han, Ju-jan hanı Anahun!a elçi göndererek kızıyla evlenmek istediğini söylüyor. Han, Bumin-han’ın talebini reddettiği gibi “sen benim dökümcümsün, bana karşı böyle bir isteğe nasıl cüret edersin “diyerek-o dönemde Türkler Ju-Janlara demir dökerlermiş- kızgınlığını ifade ediyor. Bumin Han 552 yılının kışında Ju-Janlarla savaşarak onları yenerek ağır bir mağlubiyete uğratıyor. Anahun bu yenilgiyi hazmedemeyerek intihar ediyor. Bumin Han İl han unvanını alıyor ve 552 yılında ölüyor. (L. N. Gumilev, Eski Türkler s. 44 Selenge yayınları 2002) Çebilerin atası Çebi han’ın da Bumin han’ın torunlarından Kat-İl han döneminde yaşadığını öğreniyoruz. Atalarımızın, demir-çelik ve dökümcülük konusunda ne kadar deneyimli olduklarını da bu bilgilerden anlıyoruz.
Dr. Çakıroğlu’nun listesinde; Batı Anadolu’daki Yörük Oymaklarına dair 30.sıradaki Çebni (Çebi) Oymağının (XIX. Yüzyılın II. Yarısında) önemli bir oymak olduğu ve Aydın Vilayeti’nin her tarafına yayıldığı yazılmaktadır. (Prof. Dr. Faruk SÜMER, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy teşkilatları-Destanları Türk Dünya Araştırmaları Vakfı İstanbul 1999 s.437).
4-Zonguldak’ta görev yapan Savcı Yardımcısı Nadir Üçüncüoğlu’nun verdiği şu bilgilerin de araştırılması gerekiyor. Nadir Bey’le yapmış olduğumuz sohbette; Nadir bey Çebilerin atasıyla kendi atalarının Trabzon’un fethinde rol oynadıklarını söylemiştir. Fatih Sultan Mehmet, Trabzon’u fethetmek için önce Pontus İmparatorluğu şehrine(Trabzon’a), güvenilir iki uç beyini göndermiştir. Bu iki kişiden biri Çebi, diğeri de Üçüncü’dür. Bu iki uç beyi kale içinde gözlem ve araştırma yaparak kalenin zayıf yönlerini gösteren bir rapor hazırlamışlardır.Fatih Sultan Mehmet’in emrindeki kuvvetlerden Hersekzade Ahmet Paşa, kumandasındaki baltacılar ve kazmacılar vasıtası ile açılan yollardan sahile inerken bu grup muhtemelen Taşköprü’den ayrılıp halen soyumuzun yaşadığı Karadere (Araklı) vadisinden-halen Çebiler’in yaşadığı ve sahip olduğu yöre- sahile inmiştir. (Sürmene s.127 Sürmene Belediyesi Kültür Yayınları 1990) Bu uç beylerinin hazırlamış olduğu raporlara göre kaleye saldırılmış ve Trabzon 15 Ağustos 1461’de fethedilmiştir. Nadir bey’in verdiği bilgilere göre bu olay Osmanlı Arşivlerinde anlatılmakta olup kendisi de bizzat babasıyla Osmanlı arşivlerine girerek bu konuyu incelemiştir. Çünkü Trabzon Orduevi’nin yeri, Trabzonun fethinde göstermiş olduğu yararlılıklardan dolayı Ömer Üçüncüoğlu’na verilmiştir. Çebiler’e de yazlık ve kışlık yerler verilmiştir. (Bu konu yazar Yaşar Kemal’in Binboğalar Efsanesi romanında anlattığı olayla örtüşüyor.) Üçüncüoğullarıyla Çebilerin tarih sahnesindeki yakınlaşması da bu şekilde meydana gelmiştir. Üçüncüoğulları halen Gümüşhane İli’ne bağlı Torul İlçesi’nde yaşamaktadırlar.
5- Ünlü Türk Tarihçisi Prof. Dr. Faruk Sümer, Çapa Diş Hekimliği Genel Sekreteri Namık Çebi’ye kendi el yazısıyla yazmış olduğu yazısında-Namık Çebi bu yazıyı çerçeveletip duvarına asmıştır-Çebiler’in atalarının ünlü Oğuz Boylarından Çebni Boyu olduğunu ifade etmiştir. Zaten Çebiler’in yaşam kültürü, yaşadıkları yöreler, savaşçı ve atak karakterine bakılırsa bu dayanağın doğru olduğu görülür. Burada Prof. Dr. Faruk Sümer’in, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy teşkilatları-Destanları isimli kitabındaki Çebnileri, Çebi olarak düzelttiğimizde soyumuzun derin tarihi de ortaya çıkmaktadır.
Çebi niçin Çebni olarak çevrilmiş ? Orta Asya dillerinin çevirisi çok zor bir çeviri dilidir. Yabancı tarihçiler bu konuda daha hassas davranmaktadırlar. Örneğin Sovyet yazar Lev Gumilev Orta Asya Türk Tarihi konusunda Dünya’da bir otorite olarak kabul edilmektedir ki kitabında Çebi-Han’ı tam olarak tercüme etmiştir. Çebiler, Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesinde en mühim rolü oynamışlardır. Yukarı Kelkit boylarından, Bursa ve Kocaeli’ne kadar geniş bir sahada yayılmışlardır.
XIII. yy.ın ikinci yarısının ortalarında kalabalık bir Çebi grubunun Sinop yöresinde yaşadığı görülmektedir. Çebiler, 1277 yılında bölgedeki karışıklıklardan yararlanarak Sinop’u almak için kadırgalarla Sinop’a gelen Trabzon Rum İmparatoruna karşı şehri başarı ile müdafaa edip geri dönmeye mecbur bırakmışlardır. İmparator II. John zamanında (1280-1297) Ünye (Halibiya) yöresini ele geçiren Türklerin Sinop Çebileri olabileceği düşünülmektedir. 16 Ağustos 1297’de Limnia’da (Çarşamba Bölgesi) ölen Trabzon Kralı Kaloionnes Kommenos zamanında Çebiler Ünye bölgesini zaptetmiş, bölgenin dağlık kesiminde yer alan otlaklar ve bol yaylalar kısa sürede Çebiler tarafından işgal edilmiştir. Bölgeyi işgal eden Türkmenlerin lideri Bayram Bey idi.
1313 yıllarında Çebilerden olduğu tahmin edilen Bayram bey ile buyruğundaki Çebiler kurulmuş bir pazarı ele geçirmişlerdir. Ordu Vilayeti’ni fetih eden ve orada beylik kuran Bayram Bey’in (Bayramlı Beyliği) 1322 yılında çok sayıda askerle Palaio Matzuka’ya (Hamsi Köy) kadar geldiği ve ağır kayıplar vererek geri döndüğü bildirilmiştir. Osmanlı Tapu tahrir defterlerinde Ordu Bölgesi “Kaza-ı Bayramlu” olarak kaydedilmiştir. (Sürmene, Sürmene Belediyesi Kültür Yayınları s.104 1999)
1349 yılında tahta çıkan Trabzon Pontus İmparatoru III. Aleksios gittikçe sıklaşan hücumlara Trabzon’un dayanamayacağını anlamıştı. Doğu komşusu Tur Ali Bey’i karşısına almamak için kız kardeşini Tur Ali Bey’in oğlu Kutlu bey ile evlendirdi. Bayram Bey’in oğlu Hacı Emir’in 1357’de Maçka yöresini yağmalaması üzerine ertesi yıl hanedana davet etti. İmparator Aleksius III 1358’de kız kardeşi Thedora’yı hacı Emir’le evlendirerek hacı Emir’in Trabzon üzerine saldırılarının önünü kesmiş oldu. Bu tarihten sonra da Hacı Emir Bey İmparatorun ülkesine akınlarda bulunmadı ve İmparator batı yanını emniyete almış oldu.
Trabzon Pontus İmparatoru III. Aleksios 1380 yılında sefere çıkmıştır. Bunun sebebinin Çebiler’in İmparatorun ülkesine akınlar düzenliyor olması olabilir. İmparator iki koldan saldırıya geçmiştir. Birinci kol, Harşit Çayı’nın yukarı yatağında Çebiler’in kışlaklarına kadar gidip çadırlarını yakmış, insanlarını öldürmüş, tebaasından birçok tutsağı kurtararak ülkesine dönmüştür. İkinci kol 600 kişilik yaya askeri birlikle Kürtün tarafına baskın düzenlemiş, başarılı olduysa da dönüşte Çebiler tarafından kovalanıp kayıplar vermişlerdir. Bu olay da bize Çebiler’in yukarı ve orta Harşit Çayı’nın boylarında ve onlara yakın yerlerde kışlak ve yaylakları da olmak üzere yurt tuttukları görülmektedir.
Ordu bölgesinde ortaya çıkan Hacı Emirli Beyliği’nin de Çebiler tarafından kurulmuş olması gerekir. (Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Türk Dünyaları Vakfı İstanbul 1999, s. 185) Hacı Emir Bey 1386 yılında ağır derece hastalanıp hayatından ümidini kesince büyük oğlu Süleyman’ı beyliğin başına geçirmiştir. Süleyman Bey daha sonra Niksar-Çarşamba yörelerinin hakimi Tacettin Çelebi’yi yenilgiye uğratmış, bunun üzerine Sultan Kadı Burhanettin, Reşadiye’yi (İskefsir) Süleyman Bey’e vermiştir. Süleyman bey daha sonra 1396 yılında Trabzon Rum İmparatorluğuna ait Giresun Kalesi’ni fethederek dirayetli bir bey olduğunu göstermiştir. Bayram Bey’in ölümü bilinmemekle birlikte Bayramlı Beyliği’nin Halbiya da denilen Ordu yöresi ile Giresun’u fethederek oralarda yoğun bir Türk nüfusunun yurt tutmasını sağlamıştır. Bu Türk nüfusu; başta Çebiler olmak üzere Oğuz boylarından Eymür, Avşar, Karkın, Bayındır, Yüreğir, Ala Yuntu ve İğdir boylarına mensup obalar tarafından meydana getirilmiştir.
Yukarı Kelkit vadisinde de kalabalık bir Çebi kimliği vardı. Bu Çebi’ler XI. yy.da Harşit Çayı boylarında Trabzon Rum Devletleri’nin kuvvetleri ile çarpışa çarpışa Karadeniz’e ulaştılar ve Trabzon’un batısı ve güney batısı ile Giresun yöresine yerleştiler.
Trabzon bölgesi 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından alınmak suretiyle Karadeniz’in fethi tamamlanmıştır. Trabzon’un fethinden sonra Hıristiyan’ların bir kısmı İstanbul’a gönderildi. Kentte kalanlar kale dışına çıkarıldı. Trabzon’a Amasya, Niksar, Tokat, Ladik, Bafra, Çorum vb. yerlerden Türk-Müslüman aileler yerleştirildi. XIV. yy. sonlarından beri Giresun-Torul-Görele bölgesindeki Çebiler’in bir bölümü Trabzon yöresine göç ettirildi. (Yurt Ansiklopedisi, 10. Cilt s. 7249 1982-1983-1984)
Çebi’lerden bir bölük Uzun Hasan Bey zamanında Ak-Koyunlu hizmetine girmiştir. Bu Çebiler’in başında İl-Aldı Bey bulunuyordu. Hasan Bey’in 1468-1469 yıllarında Bitlis’in fethine gönderdiği emirler arasında İl-Aldı Bey’de vardı. İl-Aldı Bey’in dirliğinin Doğu-Anadolu olduğu bilinmektedir. Ak-Koyunlular’ın halefi Safeviler’in hizmetinde de Çebiler vardır ki bunlarda aynı Çebiler’den başkası değildir.
Kanuni’nin, Nahcivan seferinden sonra (1548) bazı hadiseler yüzünden Çebiler’in askeri hizmetlerde bulunmaları yasaklanmış, daha evvel askere alınanların da askerlikten çıkarılmaları emredilmiştir. (Mühimma defteri LX, s. 130)
Önemli askeri bir güç olduklarını gösteren Çebi’ler daha sonra Samsun’un doğusundan Giresun’a kadar uzanan ve Canik denilen bölgenin fethinde mühim bir rol oynadılar. Daha sonra doğuya doğru ilerleyerek Trabzon devletinin topraklarına girip orada fetih hareketlerine giriştiler.
1748 yılında Erzincan hakimi Ahi Ayna Bey, Bayburt hakimi Mehmet Bey, Akkoyunlu Tur Ali bey ve ona refakat eden Kuzey Suriye’deki en tanınmış Türkmen Beylerinden Boz Doğan ile Çebiler Trabzon’a saldırmış, müttefikler üç gün savaştıktan sonra geri dönmek zorunda kalmışlardır. Bu sefere katılan Çebiler’in yoğun bir şekilde yukarı Kelkit boylarında yaşadıkları anlaşılıyor.
Rize şehri ile köylerinde Türkçe konuşulması, Türk yerleşmesinden ileri gelmiştir. Rize yöresinin önemli bir kesiminin ünlü Oğuz Boyu Çebiler tarafından iskan edildiği bilinmektedir. Çebi’lerin yanında Halaç’larında Karadeniz kıyılarındaki Türk yerleşmelerinde önemli rol oynadıkları ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak Oğuz Boyu’ndan Çebiler Sinop-Batum arasındaki uzun şeritte yerleşmek suretiyle bölgenin Türkleşmesinde başlıca rolü oynadılar.
16. yy da Anadolu’da Çebiler’e ait 44 yer adı görülmektedir. Aynı yy da bu boya mensup oymaklar şunlardır :
5.1- Trabzon Bölgesi Çebileri :
Osmanlı coğrafyacılarından Mehmet Aşık’ın 16. yy. sonlarında yazdığı Menazir ul-evalim adlı eserinde Trabzon yöresinde yaşayan Türk halkından önemli bir kısmının Çebiler’den meydana geldiğini, yörenin batı ve güney taraflarındaki dağların da Çebi dağları adını taşıdığı yolunda bir kaydın da bulunduğu malumdur. (Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Türk Dünyaları Vakfı İstanbul 1999, s. 328)
Yavuz Selim devrinde yazılmış (1515-1516) Trabzon Sancağı Tahrir Defterlerinde Çebilerin yoğun şekilde yaşadıkları yer “Vilayet-i Çebi” adıyla gösterilmiştir.(Vilayet = yöre) Defterdarlık yer adlarından bu yörenin Giresun-Torul ve Görele arasındaki saha olduğu anlaşılıyor. Bilhassa Kürtün Kazası tamamıyla Çebiler ile meskundu. Bununla birlikte Çebiler, Trabzon-Torul ile Vakfıkebir arasındaki yerlerde de yaşıyorlardı. Vilayet-i Çebi’de -çoğu Türkçe ad taşıyan- 59 köy görülmektedir. Bu köylerde yaşayan Çebiler yaylalara çıkp inmekle birlikte tamamıyla toprağa bağlanmışlardır. Onların çoğu veya hepsi “müsellim” idiler. Müsellimler bilindiği gibi atlı askerler olup seferlere katılırlar, buna karşılık bütün vergilerden muaftırlar. Fakat daha sonra Çebiler’in müsellimlik görevine son verilerek vergi veren köylüler durumuna düşürülmüş oldukları görülüyor.
Bununla ilgili olarak Vilayet-i Çebi’de tımar sistemi geliştirilmiştir. Dirlik sahipleri Çebiler’den olup çoğunun veya hepsinin “beyler” zümresinden oldukları anlaşılıyor. Örneğin Busatlı zeameti Çebi beylerinden Mehmet Bey oğlu Halil, Ali-Han, Himmet ve Nasuh adlı oğulları da tımar sahibi idiler Yine Çebi beylerinden Aydın Bey oğlu İbrahim, mehmet bey oğlu Habil, Piri Bey oğlu Busad (Ebu-Said) de yörenin sipahileriydiler.
Yine Yavuz selim devrinde Trabzon’un doğusundaki dirliklerden bazıları da Çebiler’in elinde idi. Fakat Çebiler’in Trabzon’un doğusundaki yerlere ve bilhassa Rize bölgesine yerleşmeleri sonraki yy.da olmuştur. Gerçekten de Çebiler karada ve denizde yiğitçe mücadeleler bilhassa Rize Şehri ve bölgesinde kalabalık topluluklar meydana getirmişler ve yurt tutmuşlardır. Şimdiki Rize Şehri bölgesinde Türkçe konuşulmasının sebebi bu yoğun Çebi yerleşmesi nedeniyledir. Vilayet-i Çebi’deki köylerde oturan Çebiler arasında Osman, Ömer, Bekir adlarını taşıyan şahıslar çokça görülür.
5.2- Ulu-Yörük Çebiler’i :
Bu Çebi’lerin bu yurtlarına yukarı Kelkit boylarından geldikleri düşünülüyor.
5.3- Halep Türkmen Çebiler’i,
Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdarlığının ilk yıllarında Halep Türkmenleri arasında üç kola ayrılmış bir Çebi oymağı görülür. Çebi’lerin 1687-1689 yıllarında Pazarcık ve Keferdiz yörelerini yağmaladıkları görülüyor. Bu yıllarda Rum-Kale’de yaşayan Çebi’ler Oturak Çebi olarak anılmıştır. Bunlar 1690 yılında 20 atlı ile Avusturya seferine çağrıldılar.
5.4- Dulkadirli Çebiler’i,
5.5- Boz-Ok Çebiler’i
5.6- Adana Çebiler’i,
5.7- At Çeken Çebiler’i,
5.8- Koç Hisar (Şerefli) Çebiler’i,
5.9- Hamid Çebiler’i
5.10- Çorum Çebiler’i
Prof. Dr. Faruk SÜMER, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy teşkilatları-Destanları
Türk Dünya Araştırmaları Vakfı İstanbul 1999
Bu bilgilerden Çebiler’in tarihimizde en önemli rol oynamış Oğuz boylarından biri olduğu da ortaya çıkmıştır.
6-En son öğrendiğimiz bilgiler de takdire şayandır ve Çebilerle ilgili çok değerli bilgilerdir. Bu bilgilerden Çebilerin, yaşayan Türk tarihi içinde en eski ve en köklü bir yapıya sahip olduğu da ortaya çıkmıştır. Ünlü Türkolog Sovyet yazar Lev Nikolayeviç Gumilev (1912 Petersburg doğumlu) Eski Türkler isimli kitabında -Bu kitap aynı zamanda yazarın doktora tezidir- Çebi Han’dan bahsetmektedir. Çebi Han, Açina Hanedanlığına bağlı, Doğu Hakanlığı Hanlarından (550-640) Bumin Han’ın torunu Kat İl Han döneminde ülüş sahibi prenslerden biriydi ve “küçük” han unvanını almıştı. 630 Hezimetinden sonra ordasıyla birlikte kuzeye kaçmış, kendisini adım adım takip eden Seyatonların elinden kurtulmayı başararak Altaylar’ın doğusundaki dağlık bir vadiye yerleşmiştir. Tang-Shu’da Çebi-Han’la ilgili şunlar yazılıdır. Çebi, Altın Tağ’ın (Altaylar’ın) kuzey taraflarına geldi. Altın Tağ’ın üç tarafı sarp kayalarla çevrilidir ve sadece dördüncü tarafı atların, arabaların geçişine elverişlidir. Arazi düz olduğu için Çebi oraya yerleşti. Çebi-Han’ın yerleştiği bölge Töles Gölü ile Katun Nehri arasındaydı ve muhtemelen doğuda Kobdo havzasının bir kısmını işgal etmişti. Batıda Ko-lo-lu (Karluklar) ve kuzeyde Ch’i-ku (Kırgız) ları itaat altına aldı. Ordusunun asker sayısı 30 bindi. Kuzeyde Kırgızları, batıda Karluklar’ı itaat altına almıştı ve yine doğuda Seyatonlar’la sürekli savaşıp durmuştu. Çin hanedanı T’ai-tsung, General Kao Kan’ı Uygur ve P’u-kular’dan mürekkep bir orduyla 649’da Çebi_han’ın üzerine sevk etti. Savaşı kaybeden Çebi-Han, Ch’ang-ana getirildi. Fakat affedilerek yüksek askeri rütbelerle taltif edildi. Tebaası ise Seyatonların kılıçtan geçirilmesinden sonra boş kalan doğu Hangay’daki Ötüken yaylasına yerleştirildi. (L. N. Gumilev, Eski Türkler s. 288, 289 Selenge yayınları 2002)
Tölesler’in Telengitler’le birleşmesi ancak XIII. Yüzyılın ortalarında gerçekleşti. Çünkü Oyratlar’ın tebaası olan Telengitler batı Moğolistan’daki Mançurlar’dan kaçarak Altaylar’a geldiler. Bunun sebebi ise İmparator Ch’ien Lung’un Oyratlar’ın son ferdine kadar kılıçtan geçirilmesini emretmesiydi. Zamanla Telengit’ler VII. Yüzyılda Türk kelimesinin ve bağımsızlığının son müdafi Çebi-Han’la birlikte bu bölgeye gelerek idame-i hayat eden Töles’lerle kaynaştılar. (L. N. Gumilev, Eski Türkler s. 324 Selenge yayınları 20)
Bu bilgiler bize göstermektedir ki Çebiler’in tarihi, Oğuzlar’ın tarihinden de eskidir.
OSMANLI İSYANLARINDA ÇEBİLER
II. Mahmut Döneminde (1814-1834) Doğu Karadeniz bölgesinde devlete karşı isyana varan kargaşalıklar yaşanmıştır. Özellikle Rize ve Hopa taraflarının ayanı olan Tuzcuoğullarının önderliğinde devlete karşı bir isyana dönüşen olaylarda Çebiler’in konumu araştırılmıştır. Tuzcuoğlu Memiş Ağa yaklaşık 100 yıl yaşamış olup 20 yıllık isyanlar sonrasında 1817 yılında yakalanarak idam edilmiştir.
Tuzcuoğlu Memiş Ağa’nın kardeşi Abdülkadir Ağa’nın isyanları sırasında 17 Mart 1833 yılında isyanı bastırmak üzere Trabzon Valisi Osman Paşa’nın kuvvetleri Sürmene taraflarına doğru ilerlerken, İsmailçebioğlu Hasan Ağa, Karadere nahiyesinde Cimlakava ve Haruksa köylerinde İsmailçebioğulları Hurşit Ağa ve Tahir Ağa taraftarları şefaat talep eden istidalarını Trabzon Valisine sunarlar. Dilekçeleri kabul edilir ve köylerine afiyet ita edilir. (Sürmene , s. 303, Sürmene belediyesi Kültür Yayınları 1990)
1785 ve 1786 sonraları Osmanlı döneminde Araklı-Sürmene-Of civarlarında derebeyliğe benzer bir ağalık devri yaşanmıştır. Ağalar “Beş” ve “Yirmi beş” diye iki fırkaya ayrılmıştır. Kendilerine mahsus armaları olan bu iki fırkanın mensubu ağaların evlerinin içinde ateşliğin karşısında bir köşeye tahta parçasına işlenen bu armalar, o ağanın hangi fırkaya mensubu olduğunu göstermektedir.
Beşli ve Yirmibeşli tabiri Osmanlı askeri sistemine ait olup bunlardan;
– Beşlu ya da Cemaat-i Beşluyan diye adlandırılanlar günde beş akçe yevmiye ile Trabzon kalesi muhafazasına tayin edilmiş ve Vali yanında zaptiye işlerinde kullanılmakta olan yeniçerilerden ibaretti. Beşlu ağaların emrinde hizmet gören bu askerler genellikle Trabzon Valisinin emirleri doğrultusunda hareket ederlerdi.
-Yirmi beşli diye tabir edilenler ise kendilerine tımar tevcih edilmiş ve yirmibeşinci bölüğe kayıtlı olan ağalardı. Şüphesiz bölgedeki isyanlar Tımar sisteminin nüfuz ve servet kazandırdığı ağalar tarafından da büyük ölçüde destek görmüştür.
Tuzcuoğlu Memiş Ağa isyanına karışan ağaların hepsi “Ocaklı” idiler. Ocaklı olup olmama olgusu ağalar arasındaki dayanışmada önemli bir rol oynamaktadır. Ocaklı olmaları ve ocağa kaydedildikleri bölük numaraları onları bir yerde Nizam-i Cedid’e karşı olmak gibi devrin en önemli siyasi olgusunun içinde birlikte hareket etmelerini veya birbirlerini gizli ya da açık bir şekilde desteklemelerini belli başlı nedenlerinde birisi olabilirdi. Sürmene ağalarından Genç Mehmet 13, İsmail Çebioğlu 25 ve Osmanağalı 200. bölüklere kayıtlı idi.
Ocaklı olmak ağalar arasında bir asalet nişanı kabul edildiği için ocağa kayıtlı olmayan ağalar gerçek ağa sayılmazdı. Aynı bölüğe kayıtlı olan ağalar harbe birlikte gidecekleri için birbirinin yoldaşı sayılır ve bir dayanışma içinde olurdu. Ağalar arasındaki çekişmelerin en önemeli nedenlerinden birisi sefere giderken sancağı altında toplandıkları ve emir komutası ile hareket ettikleri Alaybeyliğini ele geçirmek idi. Nüfus ve zenginliğini arttıran ağa bunun için uğraşırdı. Çünkü Alaybeyi olan savaş zamanında olduğu gibi barış zamanında da sözünü dinletirdi. (Sürmene, s. 313, Sürmene belediyesi Kültür Yayınları 1990)
1. DÜNYA SAVAŞI ve OSMANLI RUS HARBİNDE ÇEBİLER
Türk Donanmasının 29 Ekim 1914’de Rusya’da Sivastopol, Odesa, Novorosisk ve Kefe Limanlarını bombalamasıyla Türkiye Rusya ile savaşa girmiştir. Buna karşılık da Rus donanması da Karadeniz sahillerindeki birçok liman şehri ve kasabayı bombalamaya başlamıştır. Araklı limanının bombardımanı esnasında Rus gemileri kayıkla denize sker indirmiş, fakat sahilden açılan ateş sonucu sahile yaklaşamayıp Araklı limanındaki kayık ve kotraları yağlı paçavra ile tutuşturarak yakmışlardır. (Sürmene, s. 357, Sürmene belediyesi Kültür Yayınları 1990)
17 Nisan 1916’da denizden yapılan bombardımanlara dayanamayan Türk kuvvetleri, sahilden 30 km. içeriye çekildiler. Dağlarda aylarca süren harpler oldu. Bu harplerde nizami kıtaların yanı sıra gönüllü halkın oluşturduğu çeteler de görev yapmıştır. Bu çeteleri teşekkül ettirenlerden biride İsmail Çebioğlu Tahir Ağa ile Gümüşhane Yağmurdere İncesu Köyü’nden Hacı Mecit Efendi’dir. Arazinin sarp olmasından yararlanarak direnişlerini sürdürmüşlerdir. (Sürmene Sürmene, s. 376, Sürmene belediyesi Kültür Yayınları 1990)
Trabzon’un 18 Nisan 1916’da düşmesinden ve Rus’ların eline geçmesinden sonra Rus idaresinde umduklarını bulamayan Rumlar, Türkler aleyhine birçok tertip ve teşebbüste bulunmuşlardır. Bunlardan birisi de o günleri yaşamış her Sürmeneli’nin acıyla hatırladıkları Çikoli (Yokuşbaşı ) Köyü’nden Asımçebioğlullarından Hacı Asım’ın oğlu Ferhat Çebi’nin Rumların yönlendirmesiyle Ruslar tarafından kurşuna dizilmesidir. (Sürmene, s. 403, Sürmene belediyesi Kültür Yayınları 1990)
7 Kasım 1917’de Lenin yönetimindeki Bolşevik-Komünistlerin, Rusya’da Kerenskiy’in geçici hükümetini devirmesinden sonra Kominist bir rejim kurulmuştur. Lenin ihtilalin ertesi günü 8 Kasım’da bir barış kararı açıklar. Bu karar gereğince Almanya ile harbi sona erdirmek için Brest-Litovsk Şehrinde görüşmeler yapılır. Böylece acılar sona erecek muhacirlik dönemi bitecektir.
Rusların barış ilanından sonra 24 Şubat 1918’de Halanik’teki ve Gölonso’daki Rumların üzerine gitmek isteyenler oldu. Kıralizade Hasan Efendi ile İsmail Çebioğlu birkaç kişi ile bu gurubun önüne çıkarak “ Arkadaşlar, bugün kurtuluş günümüzdür. Rumlardan Türklere kötülük edenleri Ruslarla gittiler. Kalanlara bir kötülük etmek yok “ dediler. (Sürmene, s. 412, Sürmene belediyesi Kültür Yayınları 1990)
KURTULUŞ SAVAŞINDA ÇEBİLER
12 Şubat 1919’da Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin amacı, Trabzon’u Ermenistan’ın bir limanı yapmak veya Trabzon bölgesinde bir Rum Pontus Cumhuriyeti kurmak için mücadele eden azınlıklara karşı Trabzon’un Türk vatanının ayrılmaz bir parçası olduğunu sağlamak ve milli hedefin dışında başka bir siyasetle uğraşmamaktır. Cemiyetin kısa sürede çevre kaza ve kasabalarda şubeleri açılmıştı. Cemiyetin Sürmene şubesinin başkanlığını ise işgalden evvel Meclis İdare Azalığı ve daha sonra Araklı’da Belediye başkanlığı yapmış bulunan İsmailçebizade Hacı Osman Efendi yapmakta idi. (Sürmene, s. 422, Sürmene belediyesi Kültür Yayınları 1990)
İsmail Çebiler Soyağacı, ilk başta 1997 yılına kadar basılan 25 kitapta 6 ana grupta incelenmiştir. Daha sonra akrabamız Prof. Dr. Yusuf Nurettin İsmalçelebioğlu’nun Yakup Ağa grubunun, Hüseyin Ağa grubu içinde yer alması gerektiğini çünkü Polat Ağa’nın Hüseyin Ağanın 4 çocuğundan biri olduğunu ve Yakup Ağa gibi birinin bulunmadığını ve bu durumun düzeltilmesi gerektiğini bana telefonla iletmesi ve daha sonra da yazılı olarak bir şema göndermesi sonucu, kendisi de soyağacına emek vermiş bir araştırmacı olan bu değerli akrabamızın göndermiş olduğu bilgiler çerçevesinde, soyağacını 5 ana gruba indirdim. Kitapta her grup ayrı ayrı incelenmiş olup 1 nolu Ali Ağa grubundan başlayarak eldeki belge ve bilgileri nerelerden toparladığımı ve bu kitabın hangi aşamalardan sonra ortaya çıktığını anlatmaya çalışacağım.
Ana şemayı, Ömer Bey’in çalışmalarından çıkarttığımı söylemiştim. Daha sonraki bilgileri çoğu akrabamız ile karşılıklı görüşerek, telefonla konuşarak, mezarlıklarda, mezar taşlarını inceleyerek, video çekimleri yapıp bunları düzenleyerek, akrabalarımızın özel notlarından yararlanarak, dergi,roman ve tarihsel belgeleri karıştırarak elde ettim.
Vizara’daki köy mezarlığımızda Av. Cengiz Çebi ile yaptığımız incelemede, Cami Hocası Yılmaz Hoca’ya, Çebi’lere ait en eski mezarları sorduk. Yılmaz Hoca’da Vizara Cami yanındaki, üzeri eğrelti otları ile kaplı, başlıkları mermerden yapılmış ve üzeri Arapça yazılı 4 mezarın, atalarımıza ait en eski mezarlar olduğunu söyledi. Bu mezarları görmek istediğimizi söyledik. Hoca’nın evden getirdiği kerenti ile otları keserek mezarları ortaya çıkardık. Mezar başlıklarını Yılmaz Hoca’ya tercüme ettirdiğimizde Atalarımızın soyadlarının Çelebi olarak yazıldığı dikkatimizi çekti.
Soyadımızdaki bu Çelebi olayını Av. Cengiz Çebi’nin babası Osman Efendi’nin Ömer Hoca’ya sorduğumuzda bize şu şekilde bir açıklama yaptı; Eskiden Osmanlı döneminde, Mermer Başlıklı Mezar Taşlarını ancak varlıklı ailelerin yaptırabildiğini, mermer başlıkların da İstanbul’da yaptırılarak oradan da kayıkla Trabzon’a getirildiğini ve mezar taşını yazan mermer ustalarının da Çebi’yi o dönemde çok yaygın olan Çelebi soyadı ile karıştırdığını, aslında sülalemizin eskiden beri Çebi soyadını kullandığını bana izah etti. Şu anda, İsmailçebiler sülalesinden olan akrabalarımızın büyük bir çoğunluğu Çebi soyadını kullanmakla beraber; İsmailçebi, İsmailçebioğlu, İsmailçelebi, İsmailçelebioğlu, Özçebi ve Zorba soyadını kullananlara da rastlanmaktadır.
Soyağacını hazırlarken karşılıklı görüştüğüm, bilgi ve belge aldığım yaşlı akrabalarımızdan çoğu şu anda hayatta değiller. Hepsini rahmetle anıyorum. Şimdi sırasıyla Soyağacını hazırlarken yararlandığım kaynakları ve gruplar arasındaki ilişkileri izah etmeye çalışacağım.
1.Gruptaki Ali Ağa soyu, babamın soyu idi. Elimde ana şema vardı ama şemanın alt kollarında birçok eksiklikler vardı. Bu soydaki çoğu kişiyi babam tanıdığından bu grubu tamamlarken fazla zorlanmadım. Fakat Ordu’daki akrabalarımızla ilgili elimde fazla bilgi yoktu. Bu grup bizim soyun içindeydi. Bir yaz tatili sonrası Trabzon’dan Zonguldak’a dönüşümde Ordu’ya uğradım. Ordu’da akrabalarımızdan hiç kimseyi tanımıyordum.
Taksi ile Ordu Sokaklarında gezinirken Diş Doktoru Selahattin Çebi’nin tabelasını gördüm. Arabamı park ederek Selahattin Çebi’nin yanına çıkarak kendimi tanıttım ve soyumuzla ilgili bir araştırma yaptığımı söyledim. Selahattin Bey’den çok yakın bir ilgi gördüm. Sülalemizin ana şemasını açarak Selahattin Bey’in grubunu bulduk. Dedelerinin ve atalarının isimlerini görünce çok duygulandı. Hemen Ordu’daki diğer akrabalarımıza telefon ederek konuyu iletti. Eczanesi olan bir akrabamızın yazıhanesinde buluştuk. Buradaki akrabalarımız, birbirleriyle akraba olduklarını fakat aralarındaki ilişkiyi bilemediklerini söylediler. Şemayı açarak aralarındaki ilişkileri bulduk. Tümüde çok duygulanmışlardı.
Bu gruptaki akrabalarımızın bir kısmı, 1916 yıllarında 1.Dünya Savaşında, Ruslar’ın Trabzon yörelerini işgal etmeleriyle batıya göç etmiş (muhacirlik dönemi) ve Ordu’ya yerleşmişlerdi. 1917 Sovyet Devriminden sonra Rusların geri çekilmesi sonucunda Ordu’ya yerleşen akrabalarımızın bir kısmı geriye dönmüş, diğer kısmı Ordu’da kalmıştır. İşte buradaki akrabalarımızın 80 yıllık tarihide bu şekildedir. Ordu’daki akrabalarımızdan, şemada eksik olanlarını da tamamlayarak Ali Ağa grubunun da bu kolunu aydınlatmış oldum. Burada gördüğüm sıcak ilgiyi unutamam.
2.Grupta Zorba Ağa soyu annemin soyu idi. Bu gruptaki en kalabalık grup Hacı Ömer Bey grubu idi. Ana şemada bu grupta da çok eksiklik vardı. Bu grupla ilgili detaylı bilgiyi Gadavul köyünde Katip Mehmet SOYER Hocadan alabileceğimizi söylediler. Halamın oğlu H. Dursun bu köyde oturuyordu. Ağabeyim Hüseyin, H. Dursun ve ben birlikte taksiye atlayarak hocanın evine gittik. Katip Mehmet Hoca’ya soyağacı ile ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışmadan bahsederek bize yardımcı olup olamayacağını sorduk.
Hoca, bu konuyla ilgili çalışması olduğunu ve seve seve bize yardımcı olabileceğini söyledi. Daha sonra kütüphanesinden Arapça kendi el yazması notlarından H. Ömer Bey kuşağı ile ilgili bilgileri bize okudu. Biz de bu bilgileri not ederek bu koldaki eksikliği gidermiş olduk. Bu arada hocanın çalışmasına da hayran kaldık. Çünkü kendisi İsmailçebilerden olmadığı halde, Hacı Ömer Bey’in eş ve çocuklarının doğum ve ölüm tarihlerini en ince ayrıntısına kadar bir tarihçi gibi çok düzenli bir şekilde not etmişti. Bu dokümanları nasıl elde ettiğini sorduğumuzda bazı bilgileri Nüfus Müdürlüğünden bazılarını da daha yaşlılardan sorarak elde ettiğini söyledi. Kendisine teşekkür ederek hocanın yanından ayrıldık.
Zorba Ağa soyundaki diğer eksikleri de, her kuşaktaki değişik kişilere sorarak tamamlamaya çalıştım. Bu grubu araştırırken başımdan geçen enteresan bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim;
Bu gruptan Eyüp Ağa’nın Ömer Ağa’nın sülalesi hakkında, torunlarından Melike Altıparmak’dan bilgi almak üzere Zonguldak’ta Karadon semtine gitmiş, birlikte soyağacı üzerinde çalışıyorduk. Ömer Ağa’nın çocukları, gelinleri, torunları ve diğerlerini yazarken gece saat 22.00 civarında telefon çaldı ve Ömer Ağa’nın Trabzon’da vefat ettiği haber verildi. Bir anda hepimiz şok olduk. Melike hanım o gece apar topar Zonguldak’a ve oradan da saat 24.00 de Trabzon’a dedesinin cenazesine hareket etti. Tesadüfün bu kadarına da çok şaşırmış ve üzülmüştüm.
Bu kuşakla ilgili olarak ayrıca Araklı’da oturan öğretmen akrabamız Ömer Bey’in (1996 da rahmetli olduğunu öğrendim) aydınger kağıda çizmiş olduğu çalışmadan da yararlandım. Bu bilgileri nereden bulduğunu sorduğumda, rahmetli amcam, eski Trabzon Milletvekili Ahmet Çebi’den aldığını ve onun çalışmasının devamı olduğunu söyledi. Özellikle bayan akrabalarımızda çok eksiklik vardı ve aydınger şemaya çizilmiş bu soyağacından bu eksikliği az çok giderebilmiştim. Amcam Ahmet Çebi’ye ve değerli eğitimci bu akrabamıza bu çalışması için teşekkür ederim.
3.Grupta Hüseyin Ağa soyunda da çok eksiğimiz bulunuyordu. Bu grubu araştırmak için Ağabeyim Hüseyin ve yengem Birsen ile Sürmene’de Magavla Köyüne gittik. Köydeki gençlere, köyün en yaşlısının kim olduğunu sorarak araştırma yaptığımızı söyledik. Bize bu konuda en doğru bilgiyi Paşa isimli akrabamızın verebileceği söylendi. Paşa Çebi’nin evine uğradığımızda çok sıcak bir ilgi gördük. Hüseyin Ağa grubundaki eksikliklerin çoğunu da burada tamamladık.
Hüseyin Ağa grubundaki H. Hasan Ağa soyu hakkında şemada hiç bilgi yoktu. Bu grubu da Mahura Köyünden Hacı Hasan’ın aydınlatabileceği söylendi. Yine ağabeyim Hüseyin yengem birsen ve ben birlikte taksiye binerek Mahura Köyüne çıktık. H. Hasan’ın evini bulduk. Hasan bey evde yoktu. Eşi ve çocukları vardı. Konuyu aktardık ve bilgi almaya geldiğimizi söyledik. Burada da yakın ilgi gördük. Hasan Bey geldiğinde,kendisine yapmış olduğumuz çalışmayı göstererek bize kendi grubuyla ilgili olarak bildiklerini anlatmasını rica ettik. O anlattıkça bizde not aldık. Hasan Bey elinde babasının grubuyla ilgili olarak eski Türkçe yazılmış bir kitap olduğunu söyledi. Bu kitaptaki bilgilerden de yararlanarak bu grup ile ilgili eksikliklerimizi de tamamlamış olduk. Bu gruba daha sonra Prof. Dr. Yusuf İsmail Çelebioğlu’ndan aldığım bilgiler çerçevesinde Polat Ağa grubunu da dahil ettim.
4.Grupta Ali Ağa soyunu tamamlarken, bu soydan olan ve bu işe ilgili bilgi alacak bir akrabamızı arıyorduk. Cengiz ile birlikte bu gruptan Arif’in Kemal ile görüştük. Kemal Bey de bu konuya çok yakın ilgi gösterdi ve bu grubu Vizara Köyünde Hüseyin Ağa’nın daha iyi bildiğini söyledi. Bu grubu aydınlatmak amacıyla Arif’in Kemal,Av. Cengiz ve ben birlikte Vizara Köyüne gittik. Köyde Hüseyin Ağa’yı bulduk ve bize Ali Ağa grubunun şemasını çıkartmasını rica ettik. Çalışmalarımızda gördük ki akrabalarımız içinde çok kişi bu konuya ilgi duyuyordu. Ancak herkes kendi grubu içerisinde takılıyor ve bilgiler hep hafızalarda saklı olduğundan yazılı bir doküman bulunmuyordu. Ali Ağa grubunu Hüseyin Ağa bize hafızasından okudu. Bizde bunu yazıya dökerek bu grubu aydınlatmış olduk. Yaklaşık 300 kişinin adını hafızasından bize aktaran Hüseyin Bey’in zekasına hayran kalmamak elde değildi. Ali Ağa grubunun köydeki yazılım işini bitirdiğimizde gece saat bir olmuştu. Köy yollarında elektrik olmadığından Hüseyin Bey fener yakarak bizi arabamıza kadar uğurladı. Bu gece ile birlikte bir grubu daha aydınlatmanın sevincini hiç bir zaman unutamam.
5.Grupta Hurşit Ağa soyundaki eksiklikleri de yine Vizara’da bu grubun yaşlılarından Paşa Çebi’den öğrenerek tamamlamaya çalıştık. Bu grubu tamamlarken geçmişi bilecek yaşlı akraba bulamadığımızdan bazı eksikliklerimiz olabilir.
Sülalemizle ilgili bilgileri topladıktan sonra sıra Soy Ağacı kitabının nasıl yazılacağına gelmişti. Böyle bir kitap normal daktiloda yazılamazdı. Çünkü sonradan kitaba konulacak ilavelerle yeni doğumların aralara sıkıştırılması gerekiyordu. Bu konu ancak bilgisayarda çözülebilirdi. Kitabı yazabilmek için bilgisayar kullanmasını öğrendim. Kitabın yazımını ilk kez PW paket programından yararlanarak gerçekleştirdim. Daha sonra EXCEL de tekrar düzenledim ve resimli hale getirmeye çalıştım. Bu kitabı inceleyen akrabalarım kendileri ile ilgili eksiklikleri, bilgi ve belgeleri, resimlerini adresime gönderirlerse Soy Ağacımızın daha mükemmele ulaşacağını düşünüyorum.
Ana şemada görüldüğü gibi; Atamız Ayvaz’ın çocukları ve torunlarına doğru şema incelendiğinde Soy Ağacı gittikçe dallanmakta, tüm bu insanları bir sayfaya sığdırmanın imkansız olduğu görülmektedir. (Bu kitapta yaklaşık 5000 kişinin olduğu düşünülürse)
Bunun çözümü için şöyle bir düzenleme yaptım; Her sayfada 5 kuşak yan yana gelecek biçimde guruplandırdım. Her kuşakta bulunan kişilerin eşlerini de karşılarında parantez içinde gösterdim. Eğer evlilik yine Çebi’lerden yapıldıysa soyadını “Ç” ile evlilik akraba dışından yapılmış ise soyadını “Y” ile gösterdim. Sayfa düzeni sınırlı olduğundan uzun isimleri kısa tutmak mecburiyetinde kaldım.
Grupları daha detaya indirebilmek için ana şemada görüldüğü gibi 5 ana gruba ayırdım. Her grubu soylarına göre düzenleyerek sayfa sayfa numaralandırdım.
Bu 5 ana grubun ilk 5 kuşağı kitapta görüldüğü gibi 63 sayfa yer kapladı. Daha sonra bu 5 kuşak dolunca sonraki kuşaklar için alt şemalara geçtim. Bu alt şemaları da 1.1, 2.1, 2.2 v.b. gibi numaralandırdım. Bunun anlamı; Örneğin 1 numaralı sayfadaki sağdan 5. kuşaktan sonraki çocuklar ve torunlar 1.1 numaralı sayfadan devam etmektedir.
İsmailçebi’ler soyundan bir kişinin, bu kitapta nerede olduğunu kısa zamanda bulabilmesi için önce kendisinin hangi ana soy grubunda olduğunu bilmesi gereklidir. Eğer bu kişi başlangıçtaki ana soy grubunu bilemiyorsa kitabın ilk 62 sayfasını karıştırarak kendisine en yakın akrabalarından birisini bulmalıdır. Buradan bir ipucu yakaladığı anda sonraki kuşakları alt kuşaklara geçerek bulabilecektir.
1917 Sovyet ihtilalinden önce çeşitli nedenlerle Rusya’ ya gidip, devrim sonrası Rusya’nın kapılarını kapatması sonucu orada kalan akrabalarımızın olduğunu biliyoruz. Sınır komşumuz Gürcistan Cumhuriyetinde yaşadığını öğrendiğimiz ve bizlerle akrabalık ilişkisi bulunabilecek Çebi’lerin listesi de aşağıda gösterilmiştir. Bu kişilerin bizlerle akrabalık bağlantıları olup olmadığını bilemiyorum. Bu konuya ilgi duyan ve bilgi toplayan kişilerin bu bilgileri tarafıma ulaştırması durumunda Soy Ağacımız eksiksiz tamamlanacaktır.
Bu kitapta akrabalarımızın 1.dereceden nüfus dağılımı 5 ana grup için de incelenmiş olup, son kuşağa kadar; tüm İsmailçebi’ler sülalesindeki kişi sayısının 6000’e yakın olduğu görülmüştür. Bu nüfus dağılımından da bugün için yaşayan akrabalarımızın sayısının tahminen eşlerle birlikte 4500 kişi olduğunu düşünüyorum. Bu sayı içinde, akraba dışından evlenilen ve soyadı sonradan Çebi olan eşler dahil değildir.
Araştırmalarımda, akrabalarımızdaki yüksek tahsil seviyesinin de küçümsenmeyecek oranda olduğunu gördüm. Elimden geldiğince meslek gruplarını ve üst düzeyde Devlet Memurluğu seviyesine yükselmiş kişileri de belirtmeye çalıştım.
Kitabın en ilginç tarafı da yakın akraba evliliklerinden meydana gelen kalıtımsal özelliklerin de görülebilmesidir. Örneğin; zeka özürlü çocuklar, ikizler, dilsiz ve sağırlar, çocuksuz aileler. Bu konu tıbbi açıdan incelenerek kolaylıkla bir doktora tezi hazırlanabilir. Çünkü 400 yıllık canlı bir kuşak tüm kökleri ile önümüzde durmaktadır. Tüm bu çalışmanın özeti Tablo 1 de görülmektedir.
Bundan sonraki çalışmalarımda akraba içi evliliklerin detayına inerek daha kapsamlı bir inceleme yapmayı düşünüyorum. Bunun içinde yine Atamız ayvazdan başlayarak herkese şifreli bir numara verilecek ve böylece akraba içi evliliklerde bu numaralar dan kimin hangi soy grubuyla kaçıncı dereceden bir akraba içi evlilik yaptığı bilinebilecektir. Böylece yakın akraba evlilikleri sonucu oluşacak kalıtımsal özellikler daha yakından takip edilebilecektir.
Soy ağacımızın oluşmasında ana temeli atan Osman Efendiyi rahmetle anıyor, oğlu rahmetli Ömer Bey’e, şemanın oluşumunu düzenleyen oğulları Nafık ile Cengiz’e, araştırmalarımda benimle birlikte büyük bir heyecanla köy köy dolaşarak bilgi toplayan yengem Birsen ile Rusya’daki Çebileri keşfeden ağabeyim Hüseyin’e, kitabı tek tek büyük bir titizlikle tarayarak eksikleri saptayıp, akrabalarımızı telefonla arayarak bilgi alıp bunların giderilmesini sağlayan babam Yusuf Çebi’ye ve kitabın yazılmasında emeği geçen tüm akrabalarımıza teşekkürü borç bilirim.
Ayrıca yıllar süren bu çalışmalarımda büyük fedakarlık ve sabır gösteren, kitabın yazılımına katkı koyan eşim Özlem Çebi’ye teşekkür eder, sevgili oğlum Mert ile kardeşi Özgür’ün de bu çalışmayı devam ettirmesini diler, kitabımın tüm akrabalarımıza hayırlı olmasını temenni ederim. 15 Eylül 2003
Ev Adresim :Güney Mah. Emek Sok. T.T.K. 46 Daire Lojmanları F-2 Kozlu/Zonguldak
Ev Tel. No : 0372-266 44 99
Cep tel : 0532. 683 97 05
E-Mail : cebi_m@hotmail.comBu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
Fax no : 0372-266 68 05
İş Adresim :TTK Kozlu T. İ. Müessesesi Bilgi İşlem Şube İşletme Müdürlüğü Teknik Şef Vekili Kozlu/Zonguldak
İş Tel : 0372-2664001 den 2122
MEHMET ÇEBİ
İlginizi Çekebilir